7 Ağustos 2012 Salı

Sakarya Tarihi Yerleri


lin adı olan “Sakarya”nın MÖ. III ve MS. IV. yüzyıllar arasında bölgemizde yaşayan Bithynlerin Kraliçesi “Sangarius”un adının zamanla söyleniş değişikliğinden geldiği rivayet edilmektedir. Nitekim bölgemizdeki “Geyve”nin Bithyn “Gekve Hanım”dan, yine Sakarya Nehri’nin adı olarak yer yer söylenen “Sangari” veya ““Sakari”nde bu rivayeti doğrular gibidir. Ancak Sakarya adı, günümüzde Erenler ilçesinin sınırları içinde türbesi de olan “Sakar Baba”dan söz ederken
 
 “Sakar ya…” biçiminde halk arasında söylenişinin yaygınlaşmasından sonra ortaya çıkar. Yani Sakarya adını bir Anadolu eren/evliyasından almıştır.
“Ada” adı, Sakarya Nehri ile Çark Deresi bir zamanlar birleşerek aktığı söylenen bu iki akarsuyun arasında kalan bölgede kurulan ve görünüm olarak “adaya” benzemesinden dolayı verilir. “Adapazarı” adı ise, gelişen yerleşim biriminde bulunan Papuçcular, Semerciler, Tığcılar, Çıracılar, Hasırcılar, Uzunçarşı, Aynalıkavakçarşısı, Pirinç Pazarı, Soğan Pazarı, Kömür Pazarı gibi semtlerden dolayı halkın “Adanın pazarına gidiyoruz” söyleyişinin bir süre sonra “Adapazarı”na dönüşmesi ile bu adı alır.
TARİHİ
FRİGLER DÖNEMİ
M.Ö. VIII. yüzyılda güçlü bir devlet halinde tarih sahnesine çıkan Frig Devleti’dir. Geldikleri yörede Phrygler adını taşıyan Frigler, Troia savaşından sonra MÖ. XII. yüzyılın başlarında Çanakkale Boğazı üzerinden Anadolu’ya geçerek Kızılırmak’a kadar ilerlemişlerdir.

Thrak kabileleri ve Frigler önceleri Hellespontos ve Propontis (Denizi) kıyıları ile İda Dağı (Kaz Dağı) etrafında, birbirine yakın fakat ayrı ayrı bölgelere yerleşmişlerdir Bu kabileler hakkında Strabon şu bilgiyi verir; “Bithnyalılar ile Trioyalılar ve Mysialılar hatta Kyzikos dolaylarındaki Dolionlar ve Mygdoialılar ve Troialılar arasındaki sınırı belirtmek zordur ve her kabilenin diğerinden ayrı olduğu gerçeği kabul edilmiştir. Ancak arasındaki sınırları belirtmek zordur.” Strabon Mysialıların önce Olympos Dağı civarında yaşadıklarını, daha sonra ise Thrakia’dan gelen Frigyalıların Troia ve çevresini ele geçirmeleri Propontis’in güney kıyılarına yayılmaları üzerine Kaikos Irmağı (Bakırçay) kaynağının üst tarafına göç ettiklerini yazar. Bir süre sonra Frigler de Askania Gölü (İznik Gölü) kıyıları ile Sangarios (Sakarya) Irmağı Vadisi’ne doğru yayıldıklarını ifade eder. Homeros, Troia savaşları sırasında Friglerin efsanevi kahramanı olarak geçen Mygdon’un boyu Mygdonların Askania Gölü ve Sangarios Irmağı çevresinde yaşadıklarını bildirir. MÖ.7. yüzyılın ilk çeyreği içinde Kimmerlerin saldırılarına karşı koyamayan Frigya Devleti yıkıldı.
PERSLER DÖNEMİ
Pers Krallığı mutlak bir yönetime sahipti. Ülkeler Kralı ya da Krallar Kralı unvanını taşıyan Büyük Kral tüm dünyanın egemeni sayılır ve istekleri yasa niteliğini taşırdı. Kral, Mısır’da olduğu gibi, tanrı sayılmamakla birlikte, Tanrı Ahuramazda’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilirdi. Büyük Kral, eyaletlere bölünen imparatorluğu merkezden atadığı genel valilerle yönetiyordu. İmparatorluk, her biri “krallığın koruyucusu” anlamına gelen bir “satrap” (khşatrapa) tarafından yönetilen satraplıklara yani valiliklere ayrılmıştı.
MÖ. 547 yılında Lydia Krallığı’nın başkenti Sardeis’in hiç beklenmedik bir zamanda Pers ordularının eline geçmesi tüm Ön Asya ve özellikle Yunan dünyasında adeta bir şok etkisi yarattı. Böylece tüm Anadolu Perslerin egemenliği altına girdi. Büyük Kyros’un yerine, daha sağlığında veliaht yaptığı, büyük oğlu II.Kambyses (Persçe Kambuzya) geçti (MÖ. 529-522). Pers imparatorluğunda Kambyses’in ölümünden sonra karışıklıklar idari yapıda çatlaklar meydana gelmişti.

Ancak, üstün nitelikli devlet adamı Darius bu durumun aksayan yönlerini derhal gördü ve imparatorluğu ayakta tutacak idari reformları zaman geçirmeden uygulamaya başladı. İmparatorluğun topraklarını yeniden, sayıları zamanla değişen, ancak çoğunlukla 20’den aşağı düşmeyen, yönetim bölgelerine yani satraplıklara ayırdı. Bu satraplıklardan biriside Sakarya’nın da içinde bulunduğu “Daskyleian Satraplığı”dır. Frigler, Anadolu Thrakları, Paflagonlar, Mariandynler ve Kappadoklar yani Anadolu’nun tüm kuzey kıyısı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nin güney kıyılarındaki Yunan kentleri, iç kesimdeki Phrygia ile Kappadokia da bu satraplığa bağlıydılar. Daha sonraları bu çok büyük satraplık “Hellespontos Phrygia”, “Büyük Phrygia” ve “Katpatuka” (Kappadokia) satraplıkları olmak üzere üçe ayrıldı.
MAKEDONYA KRALLIĞI DÖNEMİ
Makedonya Kralı II. Filip’in başkent Aigai’de öldürülmesinden sonra henüz 22 yaşında olan oğlu İskender (III. Alexandros) “Ordu Meclisi” tarafından Makedonia tahtına çıkarıldı. İskender MÖ.334 yılı ilkbaharında ordusuyla Hellespontos’u (Çanakkale Boğazı’nı) geçerek Granikos Irmağı (Biga Çayı) kenarında Pers ordusuyla karşılaştı. Yapılan savaşta Pers ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Savaştan hemen sonra Parmenion komutasındaki ordu “Hellespontos Phrygia Satraplığı”nın merkezi Daskyleion’u (Ereğli’yi) ele geçirdi. İskender buraya Makedonyalı Kalas’ı satrap atadı.
BİTHYNİA KRALLIĞI DÖNEMİ
Bithynler, MÖ. VII. yüzyılda Trakya’dan Küçük Asya’ya geçerek İstanbul Boğazı’ndan Sakarya Irmağı’nın, doğusuna ve Karadeniz’den Marmara Denizi’ne kadar uzanan topraklara yerleşmiş “Thrak” asıllı topluluktur.
Bithynia prenslerinden Botiras’ın oğlu Bas, (MÖ.377-327) İskender’in Hellespontos Phrygia’sına satrap olarak atadığı Kalas’ı Bithynia topraklarında yenerek ülkesinin bütünlüğünü sağladı. Böylece, bağımsız Bithynia Krallığı’nın kuruluşu kesinlik kazandı. Bas’ın oğlu Zipoites (Krallığı: MÖ.327-279) İskender ardıllarından komutan-kral Lysimakhos’u yenmiş, Nikaia/İznik bölgesini ele geçirmiş ve Kral sanını takınmıştır. Zipoites’in oğlu olan I.Nikomedes, ülkede bütünlüğü sağlayarak, körfez sonunda kendi adı ile isimlendirilen Nikomedia (İzmit) kentini (MÖ.264) kurmuş ve bunu Nikea ve Prusa kentleri takip etmiştir. Hellenistik Çağ Bithynia Krallığı’nın tarihçesi bu gelişmelerle başlar ve MÖ. 74 yılına, krallık ülkesinin Roma Cumhuriyeti ülkesine katılışına kadar sürer. Bithynia toprakları IV. Nikomedes (MÖ.94-74) zamanında, MÖ.88 yılında Pontos Kralı Mithradates tarafından işgal edildi. Ancak Roma diktatörü Sula tarafından bu işgale son verildi. MÖ.74 yılında ölen kral IV. Nikomedes, vasiyetnamesinde Bithynia’yı Roma’ya bıraktı.
ROMALILAR DÖNEMİ
Roma MÖ.27 yılında Avgustos ile imparatorluk dönemine geçildi. Anadolu’da bu sırada üç eyalet bulunmaktaydı. “Asya Eyaleti”, “Bithynia-Pontus Eyaleti” ve “Klikya Eyaleti”. Avgustos eyaletlerin yönetimde bir yenilik ortaya koydu. Buna göre eyaletler yönetim açısından İmparator ile Senato arasında paylaşıldı. MS.395 yılında Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılınca Sakarya Bölgesi’de Doğu Roma sınırları içinde kaldı.
Roma Dönemi’ne ait bölgemizde birçok yerde köy yerleşimlerinin olduğu tespit edilmiştir. Merkez, Beşevler Köyü’nde yapılan kazıda, Roma Dönemi Lahit Mezar içerisinden bir adet cam şişe ve sitrigilis (Sporcuların vücutlarına sürülen yağı temizlemekte kullanılan metal alet) ve pişmiş toprak şişeler bulunmuştur. Merkez, Akarca Köyü Roma Dönemi Nekropol’de (Mezarlıkta) gerçekleştirilen kazı çalışmalarında elde edilen buluntular İzmit Müzesi’ndedir. Ayrıca Meşeli Köyü Mezarlığı kenarında yapılan kaçak kazıda açığa çıkartılan Lahit Mezar Sakarya Müzesi bahçesinde teşhir edilmektedir. İkizce Osmaniye Köyü’nde Roma Dönemi Mezarlığı bulunmaktadır. Adliye Köyü kum ocakları mevkiinden çıkarılan ve Yücel Öner’e ait özel koleksiyonda bulunan üzeri yüksek kabartmalı mermerden yapılmış Mezar Steli Roma Dönemi’ne aittir. Adapazarı. Merkez Maltepe Mahallesi’nde Roma Dönemi sandık mezarları ile birlikte daha geç döneme ait kiremit mezarlara rastlanmıştır.

Geyve İlçesi Saray Köyü, Köyiçi mevkiinde, ev ve samanlıklar altında kalan, düzgün yontma taşlarla yapılmış temel kalıntıları mevcuttur. Sarayköy Camii’nin avlusunda yer alan musalla taşı Roma Mezar Anıtı’nın bir parçasıdır. Bozören Köyü’nde bazı evlerin duvarlarında, yazıtlı yazıtsız mezar taşları ve sunaklara ait taşlar kullanılmıştır. Yine Pamukova İlçesi, Hayrettin Köyü, Menete mevkiinde ve Akçakaya Köyü’nde anıtmezar kalıntıları, Akçakaya Köyü’nün güney taraf eteklerinde mimari temel kalıntıları, kayaya oyularak yapılmış mezarlar, yazıtlı mezar taşarı, sunaklar, mozaik kalıntısı tespit edilmiştir ve Roma Dönemi sikkeleri bulunmuştur. Roma Dönemi’ne ait Pamukova İlçesi’nin değişik bölgelerinden toplanan Mezar Stelleri ile Taraklı İlçesi, Hark, Hacıyakup ve Duman köyünden getirilen Steller ve Sunaklar Sakarya Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
BİZANS DÖNEMİ
Dünya Tarihinin en uzun ömürlü devletlerinden birisi olan Bizans’ın kuruluşu, Roma İmparatorluğu’nun MS.395 yılında ikiye bölünüşüyle olduğu, çoğunlukla kabul edilmektedir. “Bizans İmparatorluğu”, diğer adıyla “Doğu Roma İmparatorluğu”, Roma İmparatorluğunun bir devamı olup, Roma teşkilatı, Yunan kültürü ve Hıristiyan dininin biçimlendirdiği bir temel üzerinde yükselmişti. Bizans İmparatorları kendilerini Roma Sezar’larının mirasçıları olarak kabul ediyorlardı. Bizantions (Bizanslı) deyimi sonradan ortaya çıkmış, bunu hiçbir zaman kullanmayan Bizanslılar kendilerini her zaman Romaios (Romalı, Türkçe “Rum” adı bundan gelmektedir) diye adlandırmışlardı.
VI.yüzyılda Bizans imparatoru I.Justinianus (527-565) döneminde Sakarya Bölgesi’nde önemli bayındırlık çabaları görüldü. Adapazarı Merkez, Beşköprü mevkiinde bulunan ve Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) tarafından M.S.558-560 yıllarında yaptırılan Justinianus Köprüsü (Beşköprü), Erken Bizans Dönemi’nden günümüzü sağlam olarak gelebilmiş Anadolu’daki en görkemli ve önemli anıtsal yapılarından biridir. Sapanca Gölü’nün sularını Sakarya Nehrine boşaltan Çark Deresi (Melas) üzerindeki bu taş köprü, 430 m. uzunluğunda, 9,85 m. genişliğinde olup, 12 kemerlidir. Yine Bizans Dönemi’ne ait köprü kalıntıları Alifuatpaşa Beldesi, II.Bayezıt Köprüsü’nün kuzey tarafındaki adacık içerisinde yıkılmış durumdaki köprü kalıntıları bugünde varlığını sürdürmektedir.
Bölgemizdeki Bizans Dönemi’ne ait en eski kale kalıntısı Paşalar Kalesi’dir. Bu kalenin yapımında çevreden toplanan, Roma Dönemi’ne ait birçok mezar steli devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Bizans İmparatorluk kuvvetlerinin, doğu seferleri sırasında, toplanma ve hazırlık merkezi konumunda, stratejik öneme haiz bir yer olan Malagina’nın, Bizans ve Osmanlı kaynaklarına dayanılarak, Pamukova İlçesi Mekece veya Paşalar Köyü (Paşalar Kalesi) olduğu ileri sürülmektedir. Mekece’den başlayarak, Paşalar Kalesi, Çobankale, Adliye Kalesi, Harmantepe Kalesi, Akçukur Kalesi, Seyifler Kalesi ve Karasu Kalesi Sakarya Nehri boyunca uzanan ileri karakol niteliğinde haberleşme ve savunma amaçlı Bizans Dönemi yapılarıdır.
SELÇUKLULAR DEVRİNDE SAKARYA
XI. yüzyılın başlarında 1015 ile 1021 yılları arasındaki Kafkasya’dan Anadolu’ya keşif harekâtı olarak yapılan ilk akınları Çağrı Bey gerçekleştirmiştir. Anadolu’nun fethi amacıyla girişilen esas akınlar ise, 23 Mayıs 1040 tarihindeki Dandanakan Zaferi’nden sonra kurulan Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Tuğrul Bey’in öncülüğünde 1048’den 1055 yılına kadar aralıklarla devam edildi ve bundan sonra da her yıl akınlar sürdü. Alpaslan da Çağrı ve Tuğrul Beyler gibi batıdaki genişleme siyasetine devam etti. 1064’de Ani ve Kars kalelerini ele geçirdi. Komutanlarından bazılarını Anadolu’ya akınlar yapmaları için görevlendirdi. Bu akınlar zamanla Urfa ve Antakya yoluyla Malatya’ya kadar genişledi.

Hatta zaman zaman Sakarya Irmağı’na kadar uzadı. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, Bizans savunma hattını yıkarken, Anadolu’nun kapılarını da Türklere açıyordu.
1073/1074’de, Bizans İmparatorluğu olağanüstü günler geçirirken, Bizans Ordusunda paralı askerlerin Frank komutanı Roussel de Bailleul ayaklandı ve Anadolu şehirlerini ele geçirmeye başladı. VII. Mihail bu durumu önlemek üzere amcası Ioannis Dukas’ı, Roussel’in üzerine gönderdi. Sakarya’nın aşağı kolu üzerindeki Zompi Köprüsü’nde, ayaklanan Roussel kuvvetlerine karşı yenildi. Ele avuca sığmayan asiler, Sakarya Nehri’ni takiben, kuzeye doğru yöneldiler. Niyetleri Bithynia üzerinden ilerlemek ve başkenti ele geçirmekti. Bu sırada Selçuklu komutanlarından Artuk Bey de ordusu ile Roussel karşı harekete geçti ve onu Nikomedia/İzmit’e doğru çekilmek zorunda bıraktı. Artuk Bey, süratli hareket ederek aniden Sophon’daki Frank Ordugâhını bastı. Asi askerler dağıldı. Attaleiates’e bakılırsa 100.000’den fazla Türk bu savaş dolayısıyla İzmit’ten Üsküdar’a kadar olan sahaya yayılmıştı. Yani Roussel Olayı/ Roussel -Artuk Savaşı’ndan dolayı ilk defa Selçuklu (Türk) komutanı olan Artuk Bey, Sakarya çevresinde görülmüştür.
Nikeia, Ascania Gölü kenarında, tarihi bir şehirdi. Mekece ile Sakarya bağlantısı vardı. Ayrıca, doğuya giden yollar buradan devam ediyordu, Selçuklular, “Roussel Olayı” nedeni ile Nikeia çevresinde görülmüşlerdi. İki yıl sonra, 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İstanbul’un hemen yanında büyük ve tarihi bir Bizans kenti olup, sağlam surlara sahip bulunan Nikeia’yı (İznik’i) fethetti. Süleyman Şah burasını temellerini atmakta olduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti yapmak sureti ile devletini kurdu. Ancak Anadolu Selçuklu Devleti fiilen, Büyük Selçuklu İmparatoru Sultan Melikşah’ın ölümü (1092) ile meydana gelen iktidar boşluğu üzerine, İznik şehrinde Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan tarafından kurulmuştur. Yani Kılıç Arslan’ın idaresinde “Anadolu Selçuklu Devleti” bağımsız bir devlet kimliği kazandı.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1081’de, Bithynia’daki fetihleri, Bizans aleyhine sürdürdü. Böylece, Sakarya nehrinin doğusundaki yarımadada Türk askerleri görüldü. Sakarya bölgesinde Bizans hâkimiyeti döneminde Maryandenos toplumu yaşamaktaydı. Türkler, Alexius Kommenos devrinden itibaren Sakarya vadisine kadar ilerleyip bölgeye akınlar düzenledi. Bu akınlar yerleşimden ziyade Bizans topraklarından ganimet elde etme amacı ile gerçekleşiyordu. Komnenos, savaşarak Selçukluları yalnızca İstanbul Boğazından ve denize komşu bölgelerden çok uzağa sürmekle kalmadı. Onları tüm Thynia (Sakarya’nın kuzey-batısı Kefken Kandıra dolayları) ile Bithynia’nın sınırlarından ve Nikomedia dolaylarından sürüp uzaklaştırarak, Süleyman Şah’ı barış yapmak zorunda bıraktı.
XII. yüzyıl boyunca Bithynia sınırlarından batıya ve kuzeye geçemeyen Türk yerleşimi, 1220 yılında başlayan Moğol istilasının Anadolu’ya getirdiği yeni Türk unsurlarının Batı Anadolu uç bölgesine ulaşması sonucu, XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Bithynia bölgesine girmeye başladı. Yani 1300 tarihinde Bizans sınırlarının içinde kalan pek çok bölge Türklerin eline geçmiş durumda bulunuyordu. Bu gelişme içinde Türkmenler, Batı Anadolu merkezlerine ve Bithynia şehirlerine sokulma fırsatı buldular. XIV. yüzyıl başında Batı Anadolu Türkmen yaşam alanlarında çadırlı Türk aile sayısının 400 bin çadırı aşması da bu gelişmeyi ortaya koymaktadır.
OSMANLILAR DÖNEMİNDE SAKARYA
Kayıların bir kısmı Süleyman Şah’ın oğullarından biri olan Ertuğrul Bey ile batıya göç ederler. Ertuğrul Bey önderliğinde Kayılar, XIII. yüzyılın ilk yarısında I.Alaaddin Keykubad (1219-1236) zamanında önce Ankara’nın batısındaki Karacadağ çevresinde yaylar-kışlar, sonra Selçukluların da onayı ile sınır boylarına (uc’a) Bithynia’nın Aşağı Sakarya boylarında Söğüt, Domaniç ve Ermeni Derbendi taraflarına yerleşir. Ertuğrul Bey 1281 yılında 93 yaşında vefat edip Söğüt’te defnedildikten sonra, üç oğlunun en küçüğü olan Osman Bey, Selçuklu Sultanı’na bağlı bir uç beyi olarak ittifakla Kayı boyunun başına getirildi. Osmanlıların beylikten devlete geçiş süreci sırasında, Bizans İmparatorluğunun ani bir çöküşü ile Laskarisler (1204) ve Palaioloslar (1261) devletleri kuruldu. Ancak Bithynia bölgesindeki (Bursa, Bilecik ve İzmit civarındaki) idarenin başıbozuk ve bu bölgedeki Rum Beylerinin İstanbul ile ilişkilerinin zayıf olması, Osman Bey’i harekete geçirdi. Osman Bey ve silah arkadaşları Samsa Çavuş, Akça Koca, Aygıt Alp, Gazi Abdurrahman, Kara Mürsel gibi üstün yetenekli komutanlarıyla sınır boylarındaki Bizans’a ait yerleri bir bir topraklarına katmağa başladı.
Türkler Sakarya’yı aşmaya ve Bizans arazisini fethetmeye başladılar. 1290’da sonraki kral XI. Andronikos Sangarios Nehri dolaylarına giderek Türk korkusunun sürekli hâkim olduğu Bithynia ahalisini korumak için savunma önlemleri aldırdı ve bazı kaleleri de tamir ettirdi. Yine de Türk akınları durdurulamadı. Osmanlılar, beylik olarak yükselmeye başladı. Malagina ve Kabaia/Geyve kaleleri Bizans’ın Türklere karşı bir müddet direniş noktaları oldu.
Ertuğrul Bey ile birlikte gelen Samsa Çavuş ve Sülemiş de yakın yerlerde kabilesini iskân etmiş ise de, yöredeki Bizanslı beylerin en güçlüsü olan İnegöl Tekfuru, Osman Bey’in kumandanlarından Samsa Çavuş’u yenerek, onu Mudurnu yöresine çekilmeğe zorlar. Osman Bey, Samsa Çavuş’un yardımına koştu; ancak o da başarılı olamadı ve kardeşi Sarubatı’nın oğlu Bay Hoca’yı şehit verir. Samsa Çavuş Tekfurun baskısı yüzünden daha güzel ve yaşama şartları açısından daha uygun olan Mudurnu taraflarına yerleşir. Burası, Sakarya’nın güneydoğusunda ormanlık ve aynı zamanda bozkır arazi yapısına sahip bir yerdir. Bundan sonra yine İnegöl Beyi ve müttefiki olan Karacahisar Beyi ile Domaniç civarında savaşan Osman Bey, bu defa da kardeşlerinden Sarubatı’yı (diğer bir rivayete göre Gündüz Alp’i) kaybettiyse de savaşı kazandı (1288).
1291 yılında Eskişehir yöresindeki Karacahisar’ı zapteden Osman Bey, Mudurnu’da bulunan Samsa Çavuş ve kardeşi Sülemiş ile anlaşıp Harmankaya Rum Beyi Köse Mihal’i (daha sonra Müslüman olmuştur) de yanlarına alarak Sakarya vadisindeki Sorkun, Taraklı Yenicesi ve Göynük taraflarına akınlar yaptı.

1299 yılında Bilecik ve Yarhisar kaleleri fethedildi. Bilecik’in fethinden sonra Osman Gazi, beyliğin merkezini buraya nakletti. Daha sonra kuzey ve kuzey-batı yönlerinde genişleme hareketlerini sürdürdü.
Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad’ın 1299 yılında devlet merkezini terk etmesi, Selçukluların bir müddet için başsız kaldığı dönemde birçok Türk beyi Osman Bey’in yanında yer aldı. Osman Bey’in daha serbest hareket etmeye başladı ve Osmanlı Devleti’ni kurdu.
Osman Bey ve arkadaşlarının başarılı fetihleri, komşu Rum Prenslerini harekete geçirdi. Başta Tekfuru Atranos olmak üzere Kestel ve Kitle Kaleleri prensleri mücadele için birleştiler ve Muzalon kumandasında onlara ikibin kişilik bir yardımcı kuvvette onlara katıldı. Osman Bey beşbin kişilik bir orduyla, bu kuvvetleri Gemlik’in güneyindeki Koyunhisar (Baphaon) Savaşı’nda bozguna uğrattı. Osman Bey’in yeğeni Gündüz Bey’in oğlu Aydoğdu çarpışmalar sırasında şehit oldu (1302). Bu zafer sonucunda Bithynia’nın en ünlü şehirlerinden olan Bursa’nın kuzey yöresi dışında, üç taraftan yolu kesildi. Osman Bey, daha sonra İznik’in en önemli illeri karakolunu oluşturan Trikokiya (Karahisar)’yı fethetti (1308).
Osman Bey, alpleri ve Köse Mihal’in yardımları ile Mudurnu taraflarına akın başlattı. Bu akınları Şehzade Orhan ile tecrübeli komutanlar Konur Alp, Akça Koca ve Abdurrahman Gazi sürdürdü. Osman Bey, Sakarya bölgesi civarında, önce “Mekece Kalesi” ve sonra Konur Alp, Akça Koca ve Orhan Karaçebiş ile “Alp Suyu Kalesi”ni aldılar. Bir müddet sonra, bu kaleleri üs yaparak Sakarya ovasına indiler. Yani 1313’de Lefke (Osmaneli), Mekece, Geyve, Akhisar (Pamukova) ve Gölpazarı yöresindeki kaleler ele geçirildi. Akhisar’ın alınmasıyla birlikte, Geyve Boğazı ve Sakarya Nehri’nin akış istikametine yani kuzeye doğru ilerleme kolaylaştı. Osman Bey, 1320’de hastalanarak, beylik yönetimini oğlu Orhan Bey’e bıraktı. Orhan Bey 1321’de Mudanya’yı aldıktan sonra Karadeniz’e doğru uzanan bölgenin de ele geçirilmesi görevini Konur Alp’e verdi. 1323’de Konur Alp, Akyazı, Hendek ve Tuz Bazarı/Düzce’yi ele geçirdi Akça Koca da

Akova’daki etkinliklerini artırdı. Akça Koca, daha sonra Kandıra kasabasını ele geçirdi. Konur Alp de Bolu çevresindeki fetihlerini sürdürdü. 1323 yılında Osmanlı Devleti’nin sınırı kuzeyde Karadeniz’e kadar ulaştı. Aynı yıl, Sapanca Gölü’nün batı tarafında bulunan Ayan Köyü, Akça Koca tarafından zapt edildi. Akça Koca 1324’de Sapanca Gölü ile bugünkü Adapazarı yöresini Osmanlı Devleti’ne kazandırdı. Osmanlılar fetihlerden sonra adil davranarak yerli halkları kendi taraflarına kazanmışlar; onlar da ya Müslüman olmuşlar yahut eski dinlerinde kalarak Osmanlılarla işbirliği yapmışlardır.
XIX. yüzyılda Sakarya yöresi siyasal olaylar açısından bir ölçüde durgun bir dönem geçirmiştir. Adapazarı’nın bağlı olduğu İzmit Mutasarrıflığı’nda bu yüzyılın en önemli olayı, 1854-1855 Kırım Savaşı, 1850-1860 Şeyh Şamil Olayı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile Balkan Savaşları ertesinde, dört büyük dalga halinde gelen mülteci akınlarıdır. Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerine yerleştirilen Kırım, Kafkas ve Balkan göçmenlerinin büyük bir bölümü de kendilerine Marmara Bölgesi’nde Biga Yarımadası ile Bursa’dan başka, Adapazarı yöresinde sığınak bulmuşlardır.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Adapazarı, 26 Mart 1921 günü İzmit ve yöresini de işgal altında bulunduran XI. Yunan Tümeni tarafından işgal edilir. Sakarya Bölge Komutanlığı’nın görevlendirdiği üç baskın kolu kısa bir çarpışmayı takiben 21 Haziran 1921 sabahı saat 04.00’da Adapazarı’na girer. Taşkısığı yönünden Adapazarı’na ilk giren Halit Molla ve Kazım Kaptan kuvvetleridir. Halit Molla derhal şehrin güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili ilk tedbirleri alır, kurtuluştan sonraki ilk sabah ezanını da kendisi okur. Kazım Kaptan ise hükümet konağına Türk bayrağını çeker, ayrıca şehrin güvenliğinin sağlanmasıyla meşgul olur. Aynı sabah 07.30’da bir süvari bölüğümüz Sapanca’ya girer, bir taraftan da İzmit yönünde çekilen düşmanın izlenmesine devam eder. Bu yöndeki harekât da nihayet Sakarya Bölge Komutanlığı emrindeki süvari birliğinin 28 Haziran 1921 sabahı İzmit’e girmesi ve Yunan işgalinden kurtarılması ile sonuçlanır. Kolordu’nun 21-29 Haziran 1921 tarihleri arasında Adapazarı ve İzmit yöresindeki harekatı sırasında verdiği kayıplar; 1 subay ve 74 er şehit, 9 subay ve 180 er yaralı olarak kayıtlara geçer. Buna karşılık Yunanlıların kayıpları ise 3 subay ve 34 er ölü, 2 subay ve 84 er yaralı biçimindedir. Kurtuluşu takiben Adapazarı halkı adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na Belediye Reis Vekili Mustafa imzasıyla bir şükran telgrafı çekilir, telgrafın metni meclisin 4 Temmuz 1921 tarihli toplantısında okunur.
Cumhuriyet döneminde Adapazarı, başta eğitim, bayındırlık, ulaşım, sanayi, ticaret ve toplumsal alanda büyük gelişmeler gösterir.
SAKARYA TARİHİ ESERLER
SAKARYA’DA TARİHİ YERLEŞİMLERİN KALINTILARI
Sakarya İl sınırları içerisinde, bu güne kadar yapılan, yüzey araştırması ve kurtarma kazılarından Karapürçek İlçesi Teketaban Köyü köyiçi mevkiindeki tümülüs kazısında, ahşap mezar yapısı olduğu tespit edilmiştir. Bu özellik Frig dönemi tümülüslerinin bir özelliğidir. İlimizde birçok tümülüs mezar bulunmaktadır. Karapürçek-Teketaban, Hendek-Sivritepe, Yağbasan, Karaçökek, Kaynarca-Topçu Köyü, Kırktepeler Köyü tümülüsleri bunlardan birkaçıdır. Adapazarı Merkez, Küçük Esence (Küçük Tersiye) Köyünün Tepecik mevkiinde, tonozla örtülü, Dramoslu tümülüsten; Altın diadem parçaları, Gümüş eserler ve pişmiş toprak kaplar bulunmuştur. Ak Ova’nın hemen ortasında münferit bir tepe olan Şıra Tepe’nin (Antik Tersia Şehri) kuzeydoğu eteğinde bulunan bu tümülüs M.Ö. I.yüzyıla aittir. 1958 yılında açığa çıkartılan tümülüsten ele geçirilen eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Bu tümülüsün bağlı olması gereken iskân yeri, yakınındaki Tersia Şehri olmalıdır. Bithynia’nın en güzel ve verimli ovası olan bu mıntıka Geç Antik Çağda Regio Tersia 
ismi ile anılıyordu. Bithynia Krallığı zamanında Nikomedia’dan (İzmit) doğuya Bithynion (Bolu) ve Karadeniz kıyısındaki Hareklea’ya (Karadeniz Ereğlisi’ne) giden yollar buradan geçmekte idi. Tersiye Tümülüsü’nde bulunan altın diadem parçaları ve testiler, benzer plan gösteren Akyazı’nın Küçücek Köyü’nde açılmış olan tümülüste bulunanların benzeridir. Ayrıca tespit edilebilen yerleşimlerden bazılarını Helenistik Döneme (M.Ö.330-30) aittir.
Tarih boyunca İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek amacıyla, özellikle Sakarya Nehri ile Çark Deresi üzerine birçok köprü yapılır. Justinianus Köprüsü /Beşköprü (558-560), II. Bayezıt Köprüsü (1495), Ahşap Tavuklar Köprüsü (1900), Eski Sakarya/Trabzonlar Köprüsü (1937) bunlardan bazılarıdır.
Justinianus Köprüsü (Beşköprü):
Serdivan ilçesi, Beşköprü mevkiinde, D-100 (E-5) karayolunun 250 m. kuzeyinde, Sapanca Gölü’nün sularını Sakarya Nehrine boşaltan Çark Deresi (Melas) üzerinde yer alan köprü erken Bizans döneminin Anadolu’daki en görkemli anıtsal yapılarındandır. Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) tarafından M.S.558-560 yıllarında yaptırılan Erken Bizans Dönemi’nden günümüzü sağlam olarak gelebilmiş olan bu taş köprü, 384,30 m. uzunluğunda, 9,85 m. genişliğinde olup, 12 kemerlidir. Batı ucunda tak izi, doğu ucunda apsisli yapı ve köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunmaktadır. Adapazarı güneybatı yakınında, daha doğrusu kentin o yanda hemen bitişiğinde bulunan, Justinianus dönemi yapıtı çok görkemli köprüye önceleri Latince Pons (Köprü) deniyordu ve köprünün kendine özgü başka bir adı yoktu. Sonradan, Pons’un Latincede “köprü” demek olduğunu bilmeyen Rumlaşmış halk, bu sözcüğü bir öz ad olarak algılayıp köprüyü, “Pons Köprüsü” anlamında Pontogephyra diye anmaya başladı; daha da geç dönemde, o ad Pentegephyra’ya (Beşköprü’ye) dönüştü. Oysa köprü şu veya bu biçimde beş parçalı olmadığı gibi, beş kemerli de değildir (oniki büyük kemerlidir). Karayolları Genel Müdürlüğü’nce 1995 yılında onarılan köprünün taşıt trafiğine kapatılmış ve köprünün her iki ucuna üçer basamak yapılmıştır.
II. Bayezıd Köprüsü [Geyve-Alifuatpaşa]:
Alifuatpaşa kazasını Geyve ilçesine bağlayan kısımda, Sakarya Nehri üzerinde büyük kesme taşlardan yapılmış bir köprüdür. Kitabesinde, “Bu köprü tarihte devir açan Fatih’in oğlu II.Bayezıd tarafından H. 901 M. 1495 yılında yaptırılmıştır” ifadesi Türkçe olarak yer almaktadır. Köprünün Alifuatpaşa kısmında dokuz küçük kemer bulunmaktadır. Köprünün tam orta altında lahit biçiminde büyük ayak ve sağ yanında iki büyük kemer, ayağın diğer tarafında da büyük bir kemer bulunmaktadır. İkinci Bayezıt’ın mimar ve mühendisi Fakir Abdullah tarafından tasarlanan on dört ayak üzerine 198 m. boyunda 7,5 m. eninde kemerli kesme taş köprünün ayaklarından dördü Sakarya Nehri üzerindedir. Esas kitabe köprünün Geyve tarafında kalan mihrabın arka cephesindedir. Geyve II. Bayezid Köprüsü tarih köşkünün bir önemi de 1495/96 (Hicri 901) yılını veren kitabenin çerçevesinde yer alan hatayi üslubundaki süslemedir. XV. yüzyılın sonunda belirli bir tarihte Türk süsleme sanatındaki tercihler ve yönelişler bu eserle sergilenmiştir. 0,10 m. genişliğindeki çerçeve kuşağında, rumili ve şakayık süslemeli kıvrımlı birer dalla verilen süsleme, şakayık süslemeli XV. yüzyılın ilk yarısındaki bir geleneği sürdürürken, genel görünüşü ile dönemin süsleme anlayışını yansıtır. Cumhuriyet dönemi de ana köprünün altına çelik iskelet konarak köprü önceki yıllarda iki kez restore edilmiştir. Yine Bizans Dönemi’ne ait köprü kalıntıları II.Bayezıd Köprüsü’nün kuzey tarafındaki adacık içerisinde yıkılmış durumdaki köprü kalıntıları bugünde varlığını sürdürmektedir.
Orhan Camii [Adapazarı-Merkez]:
Osmanlıların Anadolu’yu feth etmeleri sırasında Orhangazi’nin silah arkadaşı olan Konuralp, Akyazı’yı ve Sakarya’nın iki tarafındaki küçük kaleleri zaptettiği sırada ormanlık ve suluk olan bu yerlere bir miktar Türkmen iskân ederek şimdiki şehrin bulunduğu yerde bir köy kurulur. Bugün “Orhan Camiisi” diye anılan camiinin yerinde de “Orhan Bey” namına bir camii yapılır. Camii bugün, eski yapısından hiçbir iz taşımamaktadır. Sultan Hamid döneminin yüksek pencereli üslubuyla çatılı olarak yapılan camii, muhtemelen eski binasından daha büyüktür. Minarede üzerindeki 1316/1318 tarihi bu ikinci inşanın yılını göstermektedir. Günümüzdeki yeni bir yapı olan camii; Adapazarı’nın daha köy olduğu dönemde “Orhan Gazi” adına yaptırılmış ve zamanla yıkılınca yerine yine aynı adı taşıyan “Orhan Camii”, 1893-1894 yıllarında Adapazarı’nda kaymakamlık yapan Nüzhet Paşa’nın girişimi ve halkın yardımlarıyla inşa edilmiştir. Bankalar caddesinde bulunan Orhan Camii’nin çatısı ahşap olup, kiremit ile örtülüdür. Tek minaresi bulunmaktadır. 1967 depreminde yıkılan minare 1968 yılında “Akyazılı Ali Akyüz” adlı usta tarafından yeniden yapılsa da, 1999 depreminden sonra minare yeniden profil malzemeden yapılır. Camiinin bahçesinde üç şadırvan bulunmaktadır. En eskisi camiinin sol ön kısmında bulunanıdır. 
Bir ara bu şadırvan kalorifer kazanı olarak da kullanılmıştır. İkinci şadırvan camiinin sağ ön kısmında olanıdır. Yeşil mozaikle süslü olan bu şadırvan 1990 yılında yapılmıştır. Üçüncü ve son şadırvan da camii bahçesinin ana giriş kapısının sol tarafına düşmektedir. Şadırvan yuvarlak, çatısı yuvarlak ve köşelidir. Camiinin içinde orijinal olarak sade ve ahşap tavan göze çarpmaktadır. Tavan düz ve kubbesizdir. Onaltıgen bir daire mevcut olup, merkezden birbirine paralel girinti çizgileriyle süslenmiştir. Camiinin iç duvarlarında hiçbir (duvar üzerinde) süsleme olmaması dikkat çekici olup, cam çerçeveler içinde İslami yazı çeşitleri mevcuttur. Camii içinde bir sadelik göze çarpmaktadır. Mihrap kısmı çinilerle süslüdür. Dıştan, pencere üzerindeki, kemer şeklindeki taşlar da orijinaldir. Kısaca camiinin; Orhan Gazi’nin buyruğu ile 1323-1325 yıllarında yaptırıldığı, 1876 yılındaki deprem sonucu zarar gördüğü, sonradan büyültülerek bugünkü halini aldığı, 1943-1968-1999 depremlerinde büyük zarar gören camiinin, arka kısmının betonarme, minaresinin profilden yapılarak, halkımızın büyük yardımlarıyla, bugünkü biçimini alarak ibadete açıldığı girişindeki büyük kitabeden anlaşılmaktadır.
Orta Camii [Adapazarı-Merkez]:
Orta Camii, Uzunçarşı’da Pirinç Pazarı ve Aynalı Kavak Çarşısı arasında, Aynalıgeçit (2. geçit)’te 60 numaradadır. Hayırsever Devoğlu Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. İçten ahşap olan camii iki katlıdır. Camiinin altında ayakkabı dükkânları ve aktarlar bulunmaktadır. Çatısı da ahşap olup, kiremit ile örtülüdür. Camiinin giriş kapısı üzerindeki tabelada Orta Camii Hicri 1165 (Miladi 1752) tarihi göze çarpmaktadır. Camiinin yapı üslubu kâgir olup, dış cephe duvarları ahşap kaplamadır. Şu anki haliyle ibadete açık olan üst katı camiinin orijinal özelliğini yansıtmaktadır. Üst kat aynı zamanda asma bir kata sahiptir. Bu asma kat kadınlar mahfeli olarak kullanılmaktadır. Üst katın ana bölümünü oluşturan cemaat mahfeli, müezzin mahfeli, mihrap ve ahşap olan tavan ve süslemeleri orijinalliğini korumaktadır. Adapazarı merkezdeki diğer iki camii gibi içi sadedir. Bu camiide de çerçeve içinde asılmış süsler bulunmaktadır. Altı dükkân olduğu için camiinin içi biraz basık kalmıştır. Camiinin tavanı beton olup, çok hafif bir kubbe havası verilmeye çalışılmıştır. Camii duvarlarının tavanla birleştiği yerlerde ahşap süslemeler göze çarpmaktadır. 1967 depreminden sonra, camii minaresi onarılarak metalle kaplanmıştır. 
1999 depreminden sonra minaresi zarar görüp, sallanmaya başladığı için, iptal edilmiştir. Minber ve müezzinin yeri orijinaldir. Camii mülkiyeti “Tozlu Camii Vakfı”na aittir. Dükkanlar da dahil olmak üzere. Camiinin toplam alanının 150 m², kapasitesi 200 kişiliktir. Camii giriş kapısının bulunduğu yerde bir şadırvan bulunmaktadır. Şadırvanın üzerindeki kitabede yer alan yazıların bir kısmı bozulmuş ve okunamayacak haldedir. Kitabenin okunabilen yerinde; “Camiinin, Hacı Mustafa’nın hayratı olduğu ve camiinin çeşmesiyle lütufta bulunulduğu, bu güzelliğin iç açıcı olduğu ve kıyamet günü Peygamber Efendimizden (s.a.v.) yardım istendiği, anlaşılmakta ve camiiyi Allah mübarek etsin” denmektedir.
Ağa Camii [Adapazarı-Merkez]:
Kömürpazarı Bankalar Caddesi üzerinde bulunan Ağa Camii’nin içinde de bir sadelik göze çarpmaktadır. Duvarları süslü olmayıp, çerçeveler içinde dini yazılar bulunmaktadır. Taş temel üzerine inşa edilen yapı kâgirdir. Adapazarı’ndaki küçük camiilerden biridir. İki kat biçiminde yapılmış ve minaresi sonradan eklenmiştir. 200 yıllık olduğu söylenen camiinin üstü çatılı olup, kiremit döşelidir ve kubbesi bulunmamaktadır. Camiinin ön bahçesinde bulunan şadırvan 2001 yılında yıkılmış, yerine arka bahçede yeni bir şadırvan yapılmıştır. Mihrabında aşırı süse kaçılmamış olup, çini süslemesine rastlanmamıştır. Yalnızca yağlı boya ile biraz şekil verilmiştir. Tavanı ahşap döşeme olup, tavan ortasındaki elips biçiminde ahşap süsleme ilgi çekicidir. Camiiyi yaptıranın kimliği ve yapılış tarihi ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak camii alanının önceden mezarlık olduğu, mezarlığın iptal edilerek yerine bu camiinin yapıldığı bilinmektedir. Ön bahçede tek kalan mezarın taşının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere; söz konusu mezarda yatanın bir asker olduğu ve bayraktarlık yaptığı, adının Mustafa olduğu ve 1774 yılında şehit düştüğü ifade edilmektedir. Camii inşası da muhtemelen bu tarihten önceye tekabül etmektedir.
Büyük Esence Orhan Camii [Adapazarı-Büyük Esence Köyü]:
Adapazarı-Hendek karayolu üzerinde; sol tarafta Büyük Esence Köyü’ne girildiğinde, ana yoldan yaklaşık 3,5 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Büyük Esence ve Küçük Esence köylerinin arasında bir tepenin ardında mezarlığın içinde bulunmaktadır. Tamamen ahşaptan yapılmış, tahtalar ve kerestelerin üzeri samanlı harçla örtülüdür. Dışta cephesi samanlı çamurla örtülüdür. Çok küçük bir camii olup, şadırvanı bulunmayıp, minaresi mevcuttur. İç alana yaklaşık 60-70 m²’dir. Caminin içi de ahşaptır. Hatta minber dahi ahşap olup, herhangi bir süslemesi yoktur. Basık olan binada, balkon mevcut olup, kubbe kullanılmamıştır. Çatı kiremit ile örtülüdür. Ön cephede duvara destek için tahtalar koruma amaçlı sonradan olarak ilave edilmiştir. Camii şu anda ibadete kapalıdır. Hemen yanına aynı isimle yapılan camii kullanıma açıktır.
Hasan Fehmi Paşa Camii [Sapanca-Mahmudiye Köyü]:
Sapanca’ya 3 km. uzaklıktaki Mahmudiye Köyü’nde bulunan bu eser, Osmanlı Veziri Hasan Fehmi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Camiinin yapı şekli taş-tuğla-ahşaptır ve içi çok güzel işlemelerle süslüdür. Camii girişindeki yeni Türkçe kitabede, “Hasan Fehmi Paşa Camii Y.Tarihi (1303) 1887” tarihi bulunmaktadır. Camiinin içine dört basamaklı bir merdivenden girilmektedir. Bahçesinde de eski bir şadırvan bulunmaktadır. Camiinin minaresi camii içinden yukarıya yükselmektedir. Camii balkonlu olup, üste tek merdivenle çıkılmaktadır. Camiiye ait kitabede şunlar yazılıdır: “Selamün aleyküm tıbtüm fedhüluhü halildîyn. (Zümer Süresi 73. Ayet) Selam (ve selâmet) size! Tertemiz geldiniz! Artık ebedî kalmak üzere girin buraya” denilir. Yan cephesinde sol tarafta altta ve üstte ikişer kemerli pencere, sağ tarafında üç büyük kemerli pencere bulunmaktadır. Camiinin mihrap tarafındaki duvarında üstte iki büyük kemerli pencere yer almaktadır. Çatısı kiremit ile örtülü olup, ahşap saçakları bulunmaktadır. Camiinin sahanlık kısmından, esas cemaat yerine geçerken, yine büyük bir kapı konmuş ve kapının her iki yanı demir kafeslerle örtülmüştür. Ayrıca orijinal bir avizesi bulunmaktadır. Camii içten kubbeli olup, orijinal süslemeleriyle ve bir büyük dört küçük orijinal avizesiyle dikkat çekmektedir. Camiinin içi tezyinat olarak oldukça zengindir. Yan duvarlardan kubbeye geçişte mukarnaslardan yararlanılmıştır. 17 Ağustos depreminde camiinin kubbeye geçiş kısmındaki süslemelerde bozulmalar, ayrıca ve özellikle balkon kısmında, tavanda önemli hasarlar meydana gelerek, tavan süslemelerini bozmuştur. Camiinin çoğu şeyi orijinal durumdadır. Camiinin toplam arsa alanı 2150m², iç alanı 250m²’dir. 1888 yılında ibadete açılmış olup, camii 500 kişiliktir.

Rahime Sultan Camii [Sapanca-Uzunkum Köyü]:
1892 yılında Abdülmecit’in dördüncü karısı Peruste Rahime Sultan tarafından yaptırılan Sapanca Uzunkum’da, Uzunkum Köyü İlköğretim Okulu’nun hemen arkasında yer almaktadır. Yığma taş, tuğla mimari usulü yapılan binanın ön cephesinde kemerli pencereleri bulunmaktadır. 17 Ağustos depreminde zarar görmüş minaresi yıkılmış ve daha sonra yeniden yapılmıştır. Rahime Sultan Camii kubbelidir ve içi oymalarla süslü olup, günümüzde özgün yapısını koruyan sayılı camiilerdendir. Camii 1967 depreminden sonra onarım görmüştür. Ön cephede, orta pencerenin üzerinde Sultan Abdülmecit’in tuğrası bulunmaktadır. Camiinin minberi o dönemden kalma, orijinal yapıdadır. Camiinin içinde tezyinat bulunmamakta olup, çerçeveler içinde İslami yazılar göze çarpmaktadır. İçinde yer alan ön cephede yer karolarının orijinalliği de göze çarpmaktadır. Ayrıca avize ve balkonu da orijinaldir. Sahanlıkta Osmanlıca bir kitabe bulunmaktadır. Camiinin sol yanı mezarlıktır.

Rüstempaşa Camii [Sapanca-Merkez]:
Kanuni Sultan Süleyman zamanında on beş sene sadrazamlık yapan eski Osmanlı vezirlerinden Rüstem Paşa’nın adını taşıyan camii, 1550-1560 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Mimar Sinan’ın, Sadrazam Rüstem Paşa için, Sapanca’da inşa ettiği camii, imaret, hamam ve kervansaraydan oluşan külliye, XVI.yüzyılın günümüze gelmeyen önemli eserlerindendir. Camii zamanla değişikliğe uğramış ve Rumi 1146’da ikinci defa inşa edilmiştir. Rüstempaşa Camii’nin üstü ahşap çatı ve kiremit ile örtülüdür. Camiinin yan cephesindeki yeni yazılı kitabede “Rüstempaşa Camii Yapım Tarihi 1554” ibaresi bulunmaktadır. Camiinin duvarları alçaktır. Kerpiç-ahşap karışımı bir binadır. Camiinin toplam arsa alanı 750 m² olup, iç alanı 250 m²’dir ve kapasitesi 1.200 kişidir.

Şeyh Müslihiddin Camii [Kaynarca]:
Şeyhler’de yer alan en önemli tarihi eser bugünkü adıyla Büyük Kaynarca Köyü’nde yer alan Şeyh Muslihiddin Camii’dir. Nahiye’ye adını veren bu caminin yapımı Âhi teşkilatından Şeyh Muslihiddin tarafından XIV. yüzyılda yapılmıştır. Şeyh Muslihiddin Camisi yapı olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 1767 numaralı defterde yer alan H.902 (M.1486) tarihli Vakfiyede, Hacı Kıssahan namı ile şöhret bulan Muslihiddin Mustafa Bin Cüneyd tarafından yapıldığı, vakfiyede bahsedilen yapılardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Bugün Şeyh Muslihiddin Camisi olarak isimlendirilen yapı, vakfiyeye göre zaviyeli bir camidir. H.1236 (1820) tarihinde Kaymaslı Mehmed Ağa’nın cami için yaptırdığı çeşmenin kitabesindeki bilgi, yapının XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde tamir edildiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen yeni caminin, okulların, köy öğretmeninin ve imamının evlerinin bulunduğu alanlarla birlikte, köylünün tarım alanları Kıssahan El-Hac Muslihuddin Mustafa bin Cüneyt vakfına aittir. Şeyh Musliddin Camii etrafında mezarlık (hazire), tarla ve dere bulunan bir arazi üzerinde yer almaktadır.
Şeyh Müslihiddin Camii ampir motiflerle süslenmiş, kirişler arası kütüklerle doldurulmuş, kütüklerin üzeri ince ve muntazam tahtalarla kaplanmıştır. İçten ve dıştan tamamen ahşap olan caminin temelleri taştır. Kadınlar mahfili U şeklinde olup cami dikdörtgen planlıdır. Caminin minaresi şimdi yarım vaziyette durmaktadır. Ön cephede ve sağ cephede olmak üzere iki kapısı bulunuyor. Çatısı kiremit ile örtülü vaziyette. İçinde bulunan balkon çok geniş bir yer kaplamaktadır. Tavanı tamamen düz ahşap kaplamadır. Cami eski bir mezarlığın içinde bulunmaktadır. Adı geçen cami yanına aynı isimle yeni bir cami yapıldığından şu anda ibadete kapalıdır.

Yunus Paşa Camii [Taraklı-Merkez]:
Taraklı İlçe merkezi Camii Ulucami Mahallesi’nde bulunan Yunus Paşa Camii’nin girişindeki Türkçe kitabede 1517 tarihini yer almaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Vezir-i Âzamı Yunus Paşa tarafından 1517 yılında yaptırılan Yunus Paşa Camii, kubbesi kurşun kaplı olduğundan, halk arasında “Kurşunlu Camii” diye anılır. Camii kesme taşlardan kare bir plan üzerine inşa edilmiştir. Camiinin ön cephesindeki üç adet eyvan dört adet mermer sütunla desteklenmiştir. Eyvanların içi süslenmiş vaziyettedir. Ana giriş kapısının üzerinde, Arapça olarak ayet yazısı bulunmaktadır. Kitabede Râd Süresi 24. Ayet bulunmaktadır: “Selamün aleyküm bima sabertüm fenime ukbeddâr. Sabrettiğinize karşılık size selam olsun!”. Sahanlık bölümünün, sol yanından camiinin balkonuna çıkılmaktadır. Alt kısımda 10 adet hücre biçiminde penceresi bulunmaktadır. Bu pencerelere içten tahta kapılar takılmış. Üst kısımlarında 8 adet üstleri kemerli süslü, renkli camlı pencereleri vardır. Bahçesinde şadırvanı mevcut olup, camiinin sol yanında ve arka bahçesinde mezarlar vardır. Cephe duvarları, ince yontu küfeki taşından inşa edilmiş olup, yine küfeki taşından işlenmiş saçak kornişleri ile sonuçlanmaktadır. Camiinin toplam arsa alanı 1.265 m² ve iç alanı 144 m² olup, 180 kişilik kapasiteye sahiptir. Camiinin içindeki tüm hat yazıları Taraklılı merhum hattat hafız Saim Özel tarafından yazılmıştır.

Hacı Atıf Hanı [Taraklı-Merkez]:
İpek yolu üzerinde olan ve geçmişte kervanların konakladığı Hacı Atıf Hanı, Taraklı’da Ulucami Mahallesi’nde bulunmaktadır. Alt katlar dükkân, üst katlar otel olarak kullanıldığı han iki katlı ve “U” biçimindedir ve “U”nun açık kısmı kuzeye bakmaktadır. Temeli moloz taş üzerine hımışık duvar (ahşap ve çamur karışımı) olarak yapılmıştır. Ana giriş kapısının sağ tarafında bir, sol yanında iki büyük penceresi yer almaktadır. Binanın üstü de ahşap çatı olup, kiremitle örtülüdür. Sol tarafındaki bölümde, büyük bir hol bulunmaktadır. Üzeri balkon tarzında ve revaklarla düzenlenmiş, hanın üst katında odalar yer almaktadır. Orta bölümün üzeri yuvarlak ahşap kemerlerle dışa açılır. Kemerler Bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Kemer biçimlerinden ve yapı elamanlarından, XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başına tarihlenir. Hanın doğu kanadı yıkılarak dükkân yapılmıştır. Batı kanadı ise eve dönüştürülmüştür. Üst kat odalarının tavan ve taban döşemeleri tamamen ahşaptır. Geleneksel konut açısından yörenin tek hanı olması yanı sıra Türk kültürünün misafir ağırlama geleneğinin yaşatılabileceği yöredeki son mekânı olan han şu anda kullanılamaz durumdadır. 1950-1965 yılları arasında postane olarak kullanılmıştır. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de Taraklı’da bir handan söz edilmektedir. Muhtemelen yapının ikinci kez yaklaşık olarak günümüzden 200 yıl önce tekrar yapıldığı sanılmaktadır.

Haşim Ağa Konağı/Fenerli Ev [Taraklı]:
Taraklı Rüştiye sokağında bulunan ve ilçe eşrafından Haşim Ağa’ya ait olması nedeniyle “Haşim Ağa Konağı” olarak da isimlendirilen XIX. yüzyıl yapımı görkemli bina, çatısındaki 360 derece açıyla tüm ilçeyi görme imkânı veren cihannüması (feneri) nedeniyle Sakarya’nın en ilgi çekici yapısı olma özelliğini taşımaktadır. Halk arasında “Fenerli Ev” olarak da isimlendirilen yapı, doğal yıpranmalar sonucunda büyük tahribat görmüştür.

Taraklı Kültürevi [Taraklı]:
Taraklı merkezinde, II. Abdülhamit dönemi mimarisine sahip, uzun yıllar ilk ve ortaokul, bir süre de hükümet konağı ve belediye binası olarak hizmet veren bina, ciddi bir restorasyon sonucunda, 2000 yılından bu yana yöresel el sanatlarının sergilendiği, kültürel programların icra edildiği bir kültürevi olarak hizmet vermekte, ilçeye gelen yerli ve yabancı turistler tarafından da büyük ilgi görmektedir.

Sinan Bey Zaviyesi/Elvanbey İmareti [Geyve]:
İmaret/Zaviye, Geyve İlçe merkezinde; Konyalı Ali Kebir Caddesi üzerinde, Elvan Bey Sokak da bulunmaktadır. Kare planlı yapının adı “Geyve Elvan Bey İmareti”dir ve Mevlana Celalettin Rumi’nin oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun’dan doğan Çeşnigirbaşı (Aşçıbaşı) Paşacık Ağa’nın oğlu Elvan Bey (babası Sinan Bey Fatih Sultan Mehmed döneminde) tarafından 1450/1451 yılında yaptırılan hayır kuruluşlarındandır. Kimi kaynaklarda ise, bu yapıdan “Geyve Sinan Bey Zaviyesi” olarak söz etmektedir. Ancak Orhan Gazi devrinde Anadolu’yu dolaşan Arap seyyahı İbn-Batuta, Geyve’de bir zaviyede misafir olduğunu anlattığı bölüm, bize yapının Fatih Sultan Mehmed döneminden daha önce yapıldığını göstermektedir.

Zaviye, Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü, Maliyeden Müdevver ‘Bektaşi Zaviyeleri Defteri’nde [1827 tarihli Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Bektaşi Tekkelerinin tespiti yapılan defterde] askeri kalemde yazılı olan zaviyeler bölümünde Geyve kazasında “Sinan Baba Bektaşi Zaviyesi” olarak varak 96’da kayıtlıdır. Haziresinde bulunan başta Hatip El-hac Ali Efendi (1128) ait “huseyni destarlı serpuşu” (Oniki dilimli başlığı) olan mezar taş(lar)ı da, Bektaşi tarikatının varlığının diğer bulgularıdır. Bu yapının zaviye olduğunun bir başka kanıtı, binanın güneydoğu köşesinde yer alan hazireye, bu dini ve toplumsal yapıda görev yapanların; Seyyid, hatip, hafız, molla unvanlı kişilerin gömülmeleri, yani mezarlarının bulunmasıdır.
Zaviye bir merkezi kubbe önünde daha küçük bir tavanlı çapraz tonozdan ve kubbeli iki yan kanattan meydana gelmektedir. Minaresi yoktur. İlk onarımı Bostancıbaşı Mustafa Ağa tarafından 1696 yılında yapılmıştır. Aslında revaksız olan yapıya, 1746’da üç kemerli küçük bir revak eklenmiştir. Önceleri Belediye ambarı olarak kullanılan ve 1968 yılında da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarılan yapı, halen Geyve İlçe Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Hıdır Dede Türbesi [Taraklı-Hıdır Dede Tepesi]:
XIII. yüzyılda Anadolu’da faaliyette bulunan Baba İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Emirci Sutan, Dede Garkın ve Sarı Saltuk gibi oldukça nüfuzlu şeyhler bulunmaktaydı. Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli ile ilişkileri Menkıbevi şekilde anlatılan Hıdır Dede adı yer almaktadır. Yine Otman Baba menkıbenamesinde ve XV. yüzyılda yaşamış Şeyh Muhyiddin Çelebi’nin Divan’ında adları geçen Samit Abdal ve Hızır (Hıdır) Dede de o dönemde yaşayan dervişlerdir. Hıdır Dede’yle ilgili söylenceler ve şiirlerde de ise Karaca Ahmet’in oğlu olduğu belirtilmektedir. Ancak ilgili metinlerde Karaca Ahmet ve Hacı Bektaş Veli’nin yakın dostlarından Hıdır Dede her yerde karşımıza çıkmaktadır. Gerek Karaca Ahmet’in gerek Hıdır Dede’nin sinir hastalıklarının tedavisinde iyi bir ruh hekimi oldukları da bazı kayıtlarda verilmektedir ki, bu durum da bu iki ad arasındaki bağı göstermektedir.
Vilayetname’de anlatıldığına göre, Hacı Bektaş Veli halifelerine görevlerini bildirip nasiplerini verir. On iki hizmeti de dağıtır. Pirden nasip almak yeni bir hayatın başlangıcı, yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Dede, Pirden kendisine bir görev verilmediğini anlayınca mahzunlaşır. Hacı Bektaş’ın neden hüzünlenirsin ya Hıdır deyince Hıdır Dede de “görürüm ki bana verilecek hizmet kalmamış ona üzülürüm” deyince Hacı Bektaş Veli gam çekme ya Hıdır. Sen bütün ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele. Ancak senden eli kaypanın da, dergâhında derdine derman olmaya” der. Karaca Ahmet Sultan’a ait türbenin Pamukova Paşalar Köyü’nde olması ve Vilayetname’de yer alan diğer eren ve evliyaların yakın coğrafya da yer almasından dolayı Taraklı Hıdır Tepe de yer alan bu kişinin Hızır/Hıdır Dede olmasını kuvvetlendirmektedir.
Hıdır Dede Türbesi başta Taraklı halkı olmak üzere ziyaret edilmekte ve her yıl Haziran ayının ilk hafta sonu “Hayır Pilavı Şenlikleri” büyük bir katılım ile bu türbenin etrafında yapılmaktadır. Mevsimin kurak geçmemesi, bereketin bol olması ve diğer pek çok dileğin olması amacıyla adak ve kurban adanan bir türbedir.

Karaca Ahmet Sultan Türbesi [Pamukova-Paşalar Köyü]:
Pamukova-Paşalar Köyü, E-25 karayoluna 3 km. uzaklıkta, tarihi Paşalar Kalesi’nin güney eteğinde kurulur. Karaca Ahmet Sultan Türbesi ise, Paşalar Köyü hudutları içinde bulunan köy camii ile bitişik bir türbedir. Türbenin, Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından I.Murat döneminde vezir-i azamlık ve kazaskerlik görevini yürüten Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayrettin Paşa’nın himayesindeki Akhisar (Pamukova) ilçesinde yaşadığı ve büyük bir evliya olduğu rivayet edilir. Karaca Ahmet Sultan’ın ismindeki “Karaca” simgesini geyiklerle kurduğu insanüstü ilişkiler ve onlarla konuşması rivayet edilerek bu ismi aldığı ve bu gibi birçok kerameti olduğu yöre halkı tarafından anlatılmaktadır. Karaca Ahmet Sultan’ın gösterdiği kerametler üzerine Hayrettin Paşa himayesi altındaki Paşalar Köyü arazisini Karaca Ahmet Sultan’a vakf eder. Ayrıca türbe ile ilgili yazılı olan Sened-i Hakani belgelerinden de bu arazinin bir vakıf arazisi olduğu doğrulanmaktadır. Şu anda köy tüzel kişiliğine ait bir arazi üzerinde bulunan türbede Karaca Ahmet Sultan, eşi ve üç çocuğuna ait olmak üzere toplam beş adet mezar bulunmaktadır. 1925 yılında Tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun çıkmasından sonra, türbeye ait örtülerin ve yazmaların nahiye müdürüne teslim edilir ve bu emanetlerin İzmit Müzesi’ne götürülür. Yine Karaca Ahmet Türbesi’nin içinde bulunan geyik boynuzlarının 20-25 yıl önce kaybolduğunu söylense de, Müze görevlileri tarafından tescil işleminin yapıldığı 1993 yılına ait çekilen fotoğraflarda geyik boynuzu açıkça görülmektedir.

Karıncalı Dede Türbesi [Arifiye-Adliye Köyü]:
Adapazarı'nı Bilecik'e bağlayan E-25 Karayolunun Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan türbe adını, karıncalarla insan üstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta konuşan bir Türkmen ermişinden aldığı söylenmektedir. Rivayete göre çevreye zarar veren karıncaları da, onlarla konuşan ikna eden mübarek zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir. Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti üzerine vefatında sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmış olup, burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür.

Orhangazi Zaviyesi [Geyve-Mekece]:
Geyve Mekece beldesinde II. Osmanlı padişahı Orhan Gazi tarafında 1324 yılında yaptırılan zaviye, fakir halkın ve yolcuların bedava yiyip içmesi gibi sosyal amaçla inşa edilmiştir. Zaviye diğer yandan bölgenin Orhan Gazi'nin padişahlığının ilk yıllarında fethedildiğinin göstergesidir. Orhan Gazinin bir tuğrası da bulunan zaviyeden, maalesef günümüze fazla bir şey kalamamıştır.

Samanpazarı Çınarı [Akyazı-Samanpazarı Köyü]:
Akyazı'nın Samanpazarı Köyü’ndeki anıt ağaç, beş asırlık bir çınar olarak, bölgedeki Müslüman-Türk yerleşiminin nişanesi olarak hayatını sürdürmektedir.

Yusufbey Çınarı [Taraklı-Yusufbey Mahallesi]:
Taraklı'nın Yusufbey mahallesinde bulunan 7 asırlık çınar, muhtemeldir ki 1291-1292 yıllarında ilçeyi Osmanlı topraklarına katan akıncılarının fetih nişanesi olarak diktiği bir eser olarak günümüze kadar hayatını sürdürmüştür.

Taşoluk Çeşmesi [Kaynarca-Taşoluk Köyü]:
Kaynarca ilçesi Taşoluk Köyü’nde bulunan tahminen 250 yıllık tarihi çeşme halen kullanılır vaziyettedir. Kare planlı olan çeşmenin kitabesinden Hacı Şakir Ağa’nın hayratı olduğu anlaşılmaktadır. Suyu böbrek ve mide hastalıklarına şifalı olduğu söylenen çeşmenin iki oluğu bulunmaktadır.

Harmantepe Kalesi [Adapazarı-Harmantepe Köyü]:
Adapazarı Harmantepe Köyü’nün kuzeyinde kalan Harmantepe Kalesi küçük doğal bir tepecik üzerine kurulmuştur. Etrafı sulak ve bataklık alan iken her iki yanından daha sonra geçirilen kanallar sayesinde verimli tarım alanlarına dönüştürülmüştür. Kaleye ulaşabilmek için Küçük Söğütlü’den Akçakamış köyüne giden yoldan sol tarafa ayrılan tarla yoluna sapmak gerekir. Yağmurlu havalarda ulaşım biraz güç olmaktadır. Harmantepe Kalesi, Bizans’ın doğu sınırını korumak amacıyla XII. veya XIII. yüzyılda yapılmış, Sakarya Nehrinin batı yakası boyunca birbirini gören ileri karakol ve gözetleme kuleleri niteliği taşıyan savunma yapılarından biridir. Adapazarı, Harmantepe Köyü 2 pafta, 564 parsel üzerinde yer alan kale, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 18.04.1992/2404 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Aşağı Sakarya havzasında bulunan kaleler arasında günümüze en sağlam şekliyle ulaşabilmiş kalelerden biridir. Elips şeklinde yuvarlık planlı olan kale yöresel taşlarla yapılmıştır. Sur duvarlarının kalınlığı 2 m. yüksekliği 8-10 m. arasında değişmektedir. Ortalama 5 x 5 m. ebatlarında 6 adet burç bulunmaktadır. Burçların alt taraf iç kısmında, moloz taş ve kireç harçla yapılan dolgu malzemesi içerisine bağlantıyı sağlamak amacıyla ahşap kalasların ızgara biçiminde yerleştirildiği tespit edilmiştir. Zamanla bu kalasların çürümesi sonucu kalas yerleri yuvarlak delikler şeklinde görülmektedir. Burçların üst kısmında değişik yönlere bakan mazgal delikleri bulunmaktadır. Kalenin ana giriş kapısı güneyde olmak üzere farklı yönlerde ve değişik ebatlarda 5 adet yuvarlak kemerli girişi vardır. Kapıları içten kapatmaya yarayan ahşap sürgülerin sur duvarı içerisine doğru sürüldüğü delikler mevcuttur. Kapıların kemer kısımları burç ve sur duvarlarının bazı kısımları doğal tahribat sonucu yıkılmış olmakla beraber önemli bir bölümü korunmuş olan kale plan verebilecek durumdadır. Kale içerisi bitki ve ağaçlarla kaplıdır. Gerek mimarı gerekse taş işçiliği yönünden, bölgemizdeki diğer kalelerle benzer özellikler taşımaktadır. Bu nitelikleri ile Bizans dönemi yapısı olduğu anlaşılmaktadır.

Paşalar Kalesi [Geyve-Mekece]:
Geyve’den Mekece’ye kadar uzanan Pamukova ve Geyve ovalarını adeta kuşbakışı gören Paşalar Kalesinin yapım tekniği ve sur duvarlarında kullanılan geç Roma dönemi mezar stelleri ile mimari parçaların devşirme malzeme olarak kullanılmış olması Bizans dönemi yapısı olduğunu göstermektedir. Kuzey ve Güney taraf sur duvarlarının farklı teknikte yapılmış olması Erken Bizans döneminde yapılan kalenin daha sonra tahrip olması sonucu Geç Bizans döneminde, yıkılan kısımların yeniden inşa edildiğini göstermektedir. Sakarya İli Pamukova İlçesi Paşalar Köyünün kuzey tarafında bulunan sarp bir tepe üzerine kurulmuştur. Önündeki ovaya hâkim konumda olan bu kaleye Paşalar Köyünden yokuş yukarı tırmanarak, bir saatlik yaya yolculuğu sonucu çıkılabileceği gibi, Karapınar-Kadıköy-Bakacak Köyleri istikametinde giden yoldan sola ayrılarak ormanlık ve taşlık bayırdan yaya yürüyüşle de ulaşılabilir. Kaletepe diye bilinen bu mevkinin coğrafi yapısına uygun olarak ana kaya üzerine oturtulan sur duvarları tepenin etrafını dairesel olarak çevrelemektedir. Surun 2/3’lük kısmı tamamen tahrip olmuştur. Kuzey ve kuzeybatı tarafta bulunan sur duvarları iri kesme taşlarla yapılmış, taş sıraları arasında tuğla sıraları mevcuttur. Bu duvar üzerinde bulunan Geç Roma dönemi mezar stelleri, sunak parçaları, sütun ve sütun kaideleri ile mimari parçalar devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Sağlam olarak günümüze ulaşabilen kısmın sur duvarı boyunca yaklaşık 9-10 m. aralıklarla yer alan üç adet üçgenimsi çıkıntı vardır. Bu çıkıntıların en kuzeyde bulunanı üzerinde içerisi beşgen şekilli odacık kalıntısı yer almakta olup, yan duvarlarının mimari yapısından üstünün tonoz veya kubbe ile kapatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Güney taraftaki sur duvarları ise farklı yapıdadır. Dış yüzeyleri kabaca düzeltilmiş küçük boyutlu 7-8 sıra taş duvar üzerine tuğla sıraları ile örülmüş bir sur yapısına sahiptir. Güneybatı tarafta taş duvar üzerine tuğla ile inşa edilmiş yuvarlak kemerli giriş bulunmaktadır. Güney tarafa doğru doğal eğimi bulunan kale içerisinde yer yer mimari kalıntılar, kısmen tahrip olmuş tuğla ile yapılmış kemer ve tonozlar bulunmaktadır. Bu yapıların mahiyetini tespit edebilmek için kazı yapılması gerekmektedir. Kale içerisinde defineciler tarafından yapılan çok sayıda kaçak kazı çukuru mevcuttur. Gerek sur duvarlarında ve gerekse mimari kalıntılarda kaçak define avcılarının yapmış olduğu tahribat bir hayli büyüktür.

Kırktepe Tümülüsü [Kaynarca-Kırktepe Köyü]:
Kaynarca'nın Kırktepe Köyü yakınındaki kırk adet tepeden oluşan tümülüsler, bölgede Hıristiyanlık öncesi hayat ile ilgili bilgiler vermektedir. Geçen asırlar içinde çiftçilerin tarımsal faaliyetlerinin ve doğal şartların sonucu söz konusu kırk adet tümülüs, neredeyse doğal coğrafya içerisinde belirsiz hale gelmiş bulunmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığının resmen kazı yapamadığı tümülüslerde, çiftçilerin resmi makamlara teslim ettiği lahit mezar kapakları ve gözyaşı şişeleri vs. bakıldığında MÖ. I. yüzyıl ve MS. I. yüzyılda bölgede yaşayan Bithynlere ait olduğu sanılmaktadır.

Küçücek Tümülüsü [Akyazı-Küçücek Köyü]:
Akyazı'ya 7 km. mesafedeki Küçücek Köyü’nde bulunan tümülüsün Roma dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Küçücek tümülüsünde yapılan kazılar sonucunda kandiller, kulplu testiler, gözyaşı ve koku şişelerine rastlanmış, ayrıca altın diadem parçaları ve sikkeler bulunmuştur. Sikkeye göre MS. II. yüzyılla tarihlendirilen tümülüsün, tonozlu mezar odası ve dramostan (geçit) oluşmasına bakılarak ise daha erken döneme ait olabileceği düşünülmektedir.

Teketaban Tümülüsü [Karapürçek-Teketaban Köyü]:
Karapürçek'e bağlı Teketaban Köyü, Karadağ eteklerinin ovayla birleştiği bir coğrafyada yer almaktadır. Sakarya Müzesince Teketaban Köyiçi mevkiinde yapılan kurtarma kazısı sırasında 40 m. çapında 8 m. yüksekliğinde bir alana ulaşılmıştır. Yapılan kazıda mezar tabanı ve ahşap kalas izleri ortaya çıkarılmıştır. Semerdam çatılı mezar odası, 3 m. boyunda 2 m. yüksekliğinde ve 1,14 m genişliğindedir. Gümüş koku kabının mezar dışında bulunması, tümülüste kaçak kazı yapıldığını gösterdiğinden, zaman tahmini yapılmasını zorlaştırmaktaysa da, mezar yapısında ahşap kullanılması Phrygia tümülüslerini çağrıştırmaktadır.

Tersiye Tümülüsü [Erenler-Küçükesence (Tersiye) Köyü]:
Erenler İlçesi Küçükesence (Tersiye) Köyü Tepecik mevkiinde tarla sürülürken ortaya çıkan tümülüs, ovadan 3-4 m. yüksekliktedir. Dikdörtgen şeklinde mezar odası bulunan Tümülüs, mahalli kalkerden yapılmış olup, üzeri tonozla örtülüdür. Bir gümüş urna, iki gümüş kupa, iki kulpsuz kandil, altı adet pişmiş toprak koku şişesi ve beş adet laginus tipi testi ele geçirilmiş olup, ele geçirilen eserler, kullanılan malzeme ve mimariye bakılarak tümülüs MÖ. I. yüzyıla tarihlendirilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder