14 Şubat 2012 Salı

Türkiye'nin Hatıra Defteri


Türkiye'nin Hatıra Defteri CNNTürk'te yayınlanan 13 Bölümlük Belgesel - DVBRip

Nebil Özgentürk tarafından yaklaşık 1.5 yılda hazırlanan ve 13 yönetmenin 13 kısa filmiyle zenginleşen ''Türkiye'nin Hatıra Defteri'' belgeseli tanıtıldı.


Ortaköy'deki Radisson SAS Hotel'de düzenlenen tanıtıma, gazeteci-yazar Umur Talu, yönetmen Mustafa Altıoklar, oyuncular Güven Kıraç ve Ceyda Düvenci'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda davetli katıldı.

Burada konuşan Özgentürk, bu belgesel ile Türkiye tarihinin siyasi, iktisadi ve kültürel yaşamdaki özel olaylarına ışık tutmayı amaçladıklarını belirterek, bu belgeseldeki temel farklılığın, belgesel bölümlerinin 13 ünlü yönetmenin kısa filmleriyle zenginleştirilmesi olduğunu söyledi.

Özgentürk, bu kısa filmlerin, Türkiye'nin yaşadığı, görüp geçirdiği kimi olayları sinema tadında aktardığını anlatarak, "Öte yandan, diğer belgesellerden farklı olarak ansiklopedik tarih anlatmak yerine, çarpıcı ve seyredilir bir format sunarak, Türkiye'nin 85 yılını özetliyoruz.

Diğer belgeseller bir konuya odaklanırken, biz bu belgeselde 13 bölümde 100 ayrı öyküyü ayrıntılarıyla anlatıyoruz" dedi.

Bu belgeselde, tarihten çok insan öyküleriyle yan yana gelmiş bir Türkiye tarihi çekmek istediklerini ifade eden Özgentürk, 600 dakikaya yakın bu belgesel, acılarıyla, sevinçleriyle bir Türkiye hikayesidir" diye konuştu.

Özgentürk, belgeselin sloganının, "85 yıllık ülkenin acıları bir daha yaşanmasın, coşkuları, sevinçleri, gururları büyüyerek devam etsin" olduğunu dile getirerek, belgeselin yapımında emeği geçenlere teşekkür etti.

Özgentürk, belgeselin hangi televizyon kanalında yayınlanacağının daha netleşmediğini dile getirerek, bu konuda görüşmelerin sürdüğünü sözlerine ekledi.

Belgeselin sponsorluğunu üstlenen Denizbank Finansal Hizmetler Grubunun
Başkanı Hakan Ateş, bu belgeselin, bir anlamda Denizbank olarak üstlendikleri misyonun bir parçası olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

"Bu tam anlamıyla bir Nebil Özgentürk belgeseli, onun ruhunu taşıyor. Biz de bu çok özel çalışmaya elimizden geldiğince destek vermeye çalıştık. Önümüzdeki aylarda televizyon kanallarından birinde Türk halkıyla buluşması planlanan belgeseli, Cumhuriyetimizin 85'inci yılına armağan etmekten büyük gurur duyuyoruz."

"Türkiye'nin Hatıra Defteri" belgeseli

Cumhuriyet coşkusu, tek partili ve çok partili dönem, 2. Dünya Savaşı, Kore Harbi, darbeler, depremler, kültürel ve sanatsal dönüşümler, bilgisayar yılları, siyah-beyaz, renkli ekran yılları ile AB'ye ilk başvuru gibi konularda hazırlanan belgeselde; röportajlar, tanıklar, kitaplar, görüntüler, çeşitli belge ve raporlar ile canlı tanıklardan yararlanarak öyküler oluşturuldu.

Kısa filmlerinde yaklaşık 100 kişinin rol aldığı belgeselin çekimleri, 200 farklı mekanda gerçekleştirildi.

Yaklaşık 1.5 yılda tamamlanan belgeselin hazırlanışını ve genel yönetmenliğini Nebil Özgentürk üstlenirken, yönetmenliğini Cem Hamuloğlu, genel koordinatörlüğünü de Melda Davran ve Alican Sekmeç yaptı.

Cem Yılmaz'ın da çorbada tuzu var

Belgeselin seslendirmesini Cüneyt Türel yaparken, Fazıl Say'ın "Cumhuriyet Kuruluş Senfonik Bestesi" ile Sezen Aksu'nun yorumları da belgeselde yer aldı.

Halit Refiğ, Şerif Gören, Ali Özgentürk, Sinan Çetin, Mustafa Altıoklar, Çağan Irmak, Osman Sınav, Rutkay Aziz, İrfan Tözüm, Ömer Faruk Sorak, Zülfü Livaneli, Tomris Giritlioğlu ve Cem Yılmaz'ın yönetmenliğini üstlendiği kısa filmlerde, Tamer Karadağlı, Halil Ergün, Aytaç Arman, Cem Yılmaz, Tarık Akan, Güven Kıraç, Ceyda Düvenci ve Nehir Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda ünlü isim rol aldı.

 Netload:

Ul.to:

Turbobit:

Partlar Uyumlu,Karışık İndirebilirsiniz.

Tarihi Alacahan'ın Bir Bölümü Yıkıldı


Trabzon Valisi Recep Kızılcık, "Alacahan'nın restorasyon ihalesi yer tesliminden sonra yüklenici firma işe başlamak üzereyken, ilimizdeki ağır kış şartları gecikmeye mahal vermiş bu gecikme anında da talihsiz çökme olayı yaşanmıştır" dedi.

Trabzon Valisi Recep Kızılcık, "Alacahan'nın restorasyon ihalesi yer tesliminden sonra yüklenici firma işe başlamak üzereyken, ilimizdeki ağır kış şartları gecikmeye mahal vermiş bu gecikme anında da talihsiz çökme olayı yaşanmıştır" dedi.

Restorasyon yapılması için ihalesi gerçekleştirilen ve yer teslimi yapılan ancak işe başlanılmak üzereyken bazı bölümleri çöken Alacahan ile ilgili olarak Trabzon Valisi Recep Kızılcık, açıklamada bulundu.

Kızılcık, şehrin 'Han' kültürü ve yaşam geleneğinin ayakta kalan tek örneği olan ve aslına uygun şekilde restore edilip tarihi miras olarak gelecek nesillere bırakmasının önemli olduğunu, Alacahan'ın İl Özel İdaresi tarafından kamulaştırılıp restorasyon çalışmalarına başlanacağını belirterek, bunun gibi diğer özel konumdaki binaların da ilk etapta kamulaştırmasının yapılıp, restorasyonlarının gerçekleştirileceğini belirtti.

Trabzon'un Osmanlı yurdu olduğundan bu yana tarihi ipek yolu üzerinde olması nedeniyle hanları ile de ünlü bir şehir olduğunu anımsatan Kızılcık, şöyle devam etti:

"Ne yazık ki şehir merkezindeki bu kültürel miraslar zamanla yıkılmış, yok olmuş. Günümüze Alacahan gibi birkaç bina gelebilmiştir. Han kültürünün ve mirasının yaşatılması için Alacahan'ın kurtarılması, aslına uygun restore edilmesi ve tarih mirası olarak gelecek nesillere aktarılması amacı ile gerekli tüm özveriler gösterilerek hem kamulaştırılmasında hem de restore edilmesinde önemli bir bütçe imkanı yaratılmıştır. Burada bir ayrıntıyı da kamuoyunun dikkatine sunuyoruz. Bu tür restorasyon ihaleleri özellik arz eden işlerdir. Genellikle de ülke genelinde bu tür restorasyon işlerinde uzman yüklenici firmaları tercih edilmektedir. Alacahan'ın restorasyonu işini de alan firma ülkemizin birçok yerinde tarihi binaların restorasyonunu gerçekleştirmiştir. Alacahan'nın restorasyon ihalesi yer tesliminden sonra yüklenici firma işe başlamak üzereyken, ilimizdeki ağır kış şartları gecikmeye mahal vermiş bu gecikme anında da talihsiz çökme olayı yaşanmıştır."

Kızılcık, Alacahan ve çevresinin yerleşim durumunun restorasyon çalışmalarını zorlaştırdığını, buna rağmen büyük bir titizlikle restore çalışmalarına devam edileceğini vurgulayarak, "Çöken kısmın boşaltılması, moloz yığını içinde hanın tarihi dokusuna uygun taşların ayıklanarak korumaya alınacak. Şehir içinde ve dışında Trabzon'un tarih mirası kültürel değerlerin korunması, restore edilmesi ve gelecek nesillere taşınması ile ilgili hassasiyet her bir platformda devam edecek" diye konuştu. 

Ahmed Bin Musa Sistem Mühendisi

İnsanoğlu, çevresine, dağlara, güneşe, ay’a, yıldızlara baktığında bunların muntazam bir şekilde yerleştirildiğini, saniye şaşmayan doğuş ve batışlarını fark etmemesi mümkün değildir. Bu intizam, insanın bir ve tek olan Allah (cc)’a imanını gerektirir. İşte bu nizam, bu uçsuz bucaksız uzay boşluğu, birçok kişinin zihnini kurcalamış ve buraları araştırmaya sevketmiştir. Bu, aynı zamanda astronominin de kaynağını oluşturmuştur.

Astronomi sahasında zirveye ulaşmış pek çok Müslüman alimleri mevcuttur. Bunlardan ilk olanlar içinde sayabileceği­miz başta Musa b. Şakir ve üç oğlu. Bu üç kardeşten biri Ahmet bin Musadır. Ahmed bin Musa, babasının büyük bir astronomi alimi olması, kardeşlerinin de kendisi  gibi  ilimle uğraşmaları,  Halife me’mun tarafından himaye ve desteklenmesi çalışmalarında başarıya ulaşmasında katkı sağlamıştır. Ayrıca Halife’nin astronomi Yahya bin Ebi Mansur’dan dersler aldı. Zamanının ilimlerini iyice öğrendi. Çocukluktan beri ilimle yoğruldu. Kardeşi Muhammed’le beraber önemli bazı yıldızların günlük doğuş ve batışlarını ve değişikliklerini hesaplamıştı. Bu çalışmalarını doğru çalışan bir cihaza uyguladı.
İbnı Habban el-Taberı bu aleti görmüş, hayranlıkla seyretmiş ve düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir:Musa bin Şakiroğulları’ndan astronom ve teknisyen Muhammed ve Ahmed kardeşlerin yaptıkları cihazı gördüm.
Samara’daki rasathanenin önüne kurulmuş olan bu cihaz bakırdan yapılmıştı.Bir küre şeklinde olan cihazın üzerinde gök küredeki yıldızların resimleri ve isimleri bulunuyordu.
Gökyüzündeki bir yıldız batmaya başlayınca, o yıldızın kürenin üzerindeki resmi ve yıldızın ismi, yıldızla beraber, cihazın üzerindeki ufuk çizgisini gösteren çizginin altına doğru batarak, gökyüzündeki yıldızla aynı anda ve aynı şekilde kayboluyordu. Aynı yıldızın gökyüzünde görülme vakti geldiğinde; yıldızın resmi ve ismi ufuk çizgisinin üzerine çıkıyordu. Her göreni hayretler içinde bırakan ve hiç kimsenin müdahalesi olmadan faaliyete geçen bu cihazın su kuvvetli ile çalıştığını öğrendim.
Musaoğullan’ndan üç kardeşin ortancası olan Ahmed Bin Musa, matematik ve astronominin dışında teknik alanda, özellikle de mekanikle ilgili çalışmalarıyla tanınmıştır.Ahmed bin Musa, kardeşleriyle birlikte Halife Memun tarafından, daha önce Sabit bin Kurra’nın, dünyanın çevresini doğru ölçüp ölçmediğini kontrol etmek için görevlendirilir. Üç kardeş, Sincan’da ve Kûfe’de yaptıkları ölçümler ve hesaplar sonunda, Sabit bin Kurra’nın bulduğu rakamı bulurlar.
O dönemde henüz çocuk denecek yaşta bulunan Musaoğullan’nın böyle bir işin altından kalkmaları, bazı çevrelerce şüpheli bulunmaktaysa da, gerek ilim, gerek fıkıh alanında buna yakın başarılar gösteren çocuk yaştaki İslâm alimlerine rastlandığı reddedilemeyecek bir gerçektir.
Ahmed bin muşa, mekanisyen birisiydi. Ailenin tekniğe en düşkün, ev ve ev aletleri yapmada üstün kabiliyetli bir evlâdıydı. O kendi kendine harekete geçen otomatik aletlerin planlarını çizdi. Ne kardeşi Muhammed ona yetişebildi, ne de kendisinden önce yaşayan Heron, onun elde ettiği neticeler zamanına göre gerçekten bir harikaydı.Otomatik alanda yapmış olduğu aletler insanın ihtiyaç duyduğu bütün alanlarda kullanılan, hatta çocukların oynayacakları oyuncakları da kapsamaktaydı.
Ömrünü ilmi çalışmalara adayan Ahmed bin Musa, ağabeyi Muhammed’ in ölümünden 6 sene sonra Milâdi 878 yılında vefat etmiştir. Yapmış olduğu mekanik aletlerden bir kısmı şunlardır:
1-  Fitilleri yandıkça kendi kendine çıkan, haznelerine otomatik olarak yağ akan ve rüzgârda sönmeyen kandiller.
2-  Bahçe ve tarlaların sulanmasında kullanılan, sulamanın tamamlandığını düdük çalarak haber veren (düdüklü tencere benzeri) aletler.
3- Her seferinde istenilen miktarda belli aralıklarla, ihtiyaca göre karışık veya ayrı ayrı su akıtabilen testiler, ibrikler ve banyo kapları.
4- Küçükbaş hayvanların su içebileceği otomatik kontrol sistemli tekne­ler.
5- Daima değişik figürlerle su fışkırtan fıskiyeler.
6-  İhtiyaca göre karışık veya ayrı su akıtabilen şişeler.
7- Sıvıların izafi ağırlıklarını hesaplayan kaplar.
8-  Boşalır boşalmaz yerine hemen su dolduran kaplar.
Bunlar, Ahmed bin Musa’nın yapmış oldukları aletlerden bir kısmı olup, bunlardan başka günlük hayatımızda kullandığımız pek çok alet yapmıştır. Bu aletlerini uzun ve genişçe “Kitab-ül hiyl” adlı eserinde tarif eder.
ESERLERİ
1-  Ahmet bin Musa’nın mekanikle ilgili konulan içeren Kitabü’l-Hiyel isimli eseri günümüzdeki sistem mühendisliğine yakın bir anlayışla kaleme alınmış ve kendi alanında yazılmış ilk eser. Eserde resimleriyle çalışma şekillerine yer veren 100 kadar otomatik alet bulunmaktadır.
Eser, teknik ilimler sahasında yazılan en eski eserlerden biridir. Otomatik kontrol sahasında yazılan ilk eserlerdendir. Kitab’ül Hiyel’de verilen otomatik kontrol sistemleri teknik yönden mükemmel, bugün pratikte hâlâ kullanılan türden sistemlerdir. Sade oluşları, uygulanmış olduklarının bir delilidir. Eser, günümüz otomatik kontrol sistemi açısından son derece önemli bir eserdir.
Kitab-ül Hiyel’in bugün dünya kütüphanelerinde 3 nüshası bulunmaktadır. Vatikan, Berlin ve Topkapı nüshaları, Topkapı’daki en eski nüshadır. Başı ve sonu eksip olup, 3474 numarada kayıtlıdır.
2-  Sabit yıldızlar küresinin dışında dokuzuncu kürenin bulunmadığının geometrik ispatı.
3- Sanad bin Ali’ye sual.
4-  Kendi kendine müzik yapan aletler.
Bu son üç eser günümüze kadar gelememiştir.


1 Şubat 2012 Çarşamba

OSMANLIDA MESLEKİ TEKNİK EĞİTİM



Sanayi mekteblerinin ilk nüveleri ve nizamnameleri Tanzimat döneminde ortaya çıkmış, II. Abdulhamit döneminde eğitim sisteminde I. Meşrutiyet’ten sonra ıslâhhaneler, 1885’te sanayi mektebi adını almış; ancak, 1894’e kadar bir boşluk yaşanmış ve öğrenci sayılarında ciddi sayılabilecek azalma olmuştur. 1894’ten sonrahem okul sayıları artmış hem de okullar müstakil binalarına kavuşturulmuştur. Islâhhaneler, gerçek sanayi mektebi hüviyetine kavuşturulmuş ve sanayi mekteblerinin sayıları artmıştır.

1913’te İdare-i Umumiye Vilayet Kanununun yayınlanması ile sanayi mekteblerinin masrafları vilayetler hususi idareleri bütçelerinden karşılanmaya başlayınca okullar önceki döneme nazaran daha istikrarlı bir konuma geldi, fakat bu kez de her vilayetin ayrı program tatbik etmesinden dolayı okullar arasında bir birlik kurulamadı. Bununla birlikte özellikle İstanbul sanayi mektebi, Balkan ve I. Dünya Savaşı’nda teknik elemanlara duyulan ihtiyacın artmasından dolayı büyük önem kazandı. Bu okuldan mezun olanların çeşitli Avrupa ülkelerine ihtisas yapmaları amacıyla gönderildi., Avrupa ülkelerinden de (özellikle Macaristan) teknik eleman getirilerek öğrencilerin daha iyi yetiştirilmelerine imkân sağlandı. Ancak maddi sıkıntılar ve okullar arası koordinasyon eksikliğinden dolayı bu dönemde de sanayi mekteblerinde istenilen kalitede eleman yetiştirilemedi
.
ANAHTAR KELİMELER

Mesleki Teknik Eğitim, Sanayi Mektebleri, Osmanlı

VOCATIONAL TECHNICAL EDUCATION IN THE OTTOMAN EMPIRE
Istanbul Industrial School (1869 -1930)ABSTRACTThe first prototypes of the industrial schools in the Ottoman Empire have emerged during the Tanzimat period as part of modernisation process of the Empire and then evolved into a full time school with having a special decree regulating the technical education in the time of Sultan Abdulhamit II. After1894 both number of schools and their students increased considerably by having their own buildings and other technical facilities.
* Yard. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Konya

** Öğr. Gör. Selçuk Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi, Konya 276 Yaşar SEMİZ – Recai KUŞ

The introduction of the Law of General Administration of Provincial Governments (İdare-i Umumiye Vilayet Kanununu) in 1913 provided these schools with the much needed financial security since their spendings were financed through the budgets of the provincial governments. On the other hand, the consistencies in the
school programs and the quality of education have been lost because each province has implemented different curriculum in their own schools. The increased need to technical personnel in the Balkan wars and during the First World War the industrial schools gained special importance especially in Istanbul. Furthermore, during this period while some students were sent to various European countries for obtaining advanced degrees and technical experience, some technical school teachers (especially from Hungry) were invited to these schools in order to improve the capacity and quality of technical education in the Empire. The lack of financial resources and poor coordination among the schools hindered the improvement in the quality of education in these industrial schools.
KEY WORDS

Vocational-Technical Education, Industrial School, Ottoman

GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nde teknik eleman ihtiyacı, uzun süre Lonca teşkilatı içerisinde, küçük yaşta alınan çocukların yetiştirilmesi suretiyle karşılanmaktaydı. Genellikle anne ve babaları tarafından meslek öğrenmek üzere bir ustanın yanına verilen çocuklar, belli bir süre burada çalışarak önce kalfalığa, sonra da ustalığa terfi ederdi. Bunun yanı sıra devlete bağlı bazı büyük kuruluşlar da kurs ya da okullar açarak ihtiyaç duydukları kalifiye elemanları yetiştirmekteydiler.

Ancak 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’da tekniğin tabii ilimlerle birlikte gelişmesi ve sanayi alanında kullanılmaya başlanmasından sonra, Osmanlı Devleti’nde Lonca sistemine dayalı kalifiye eleman yetiştirme girişimi, Batıya nazaran yetersiz kaldığı için mesleki eğitim kurumlarının açılmasına dair girişimlere başlandı. Bu amaçla, Osmanlı ordularının modern savaş tekniklerine göre eğitimlerini sağlamak için 1793 te “Mühendishane-i Bahri Hümâyun” ve 1796’te “Mühendishane-i Berri-i Hümâyun” okulları açıldı1. Okullara uzman eleman yetiştirmek gayesiyle Fransa’ya öğrenciler gönderildi. Avrupa’ya öğrenci gönderilmesine II. Mahmut döneminde de devam edildi. Ayrıca, Zeytinburnu ve Tophane fabrikaları kuruldu. Sanat bilen kura askerlerinin askerî fabrikalarda görevlendirilmesine başlandı. II. Mahmut’un son yıllarında Viyana daimi elçisi olarak görev yapan Sadık Rıfat Paşa’nın (1807-1857) Avrupa’daki sanat okullarının gelişimini de içeren bir risalesini ilgili makamlara vermesi ile konu yeni bir boyut kazandı. Rıfat Paşa, “
İdare-i Hükümetin Kavaidi Esasiyesi” adlı risalesinde ekonomik kalkınmanın sağlanması için el sanatları ve endüstride çalışacak uzman elemanların yetiştirilmesi gayesiyle mesleğe yönelik okulların açılmasını ve ilk defa ciddi anlamda mesleki eğitimin çıraklık eğitiminden ayrılarak, genel eğitimle beraber ele alınmasını önerdi2Bu ve benzeri önerilerden ciddi şekilde faydalanmak isteyen dönemin sultanı Abdülmecit, (1823-1861), Ocak 1845’teki Meclis-i Valâ-yı ziyaretinde bir maarif meclisinin toplanması gereği üzerinde durdu3Sultanın direktifleri doğrultusunda toplanan maarif meclisi, ilk olarak yapılacak işlerle ilgili bir plan hazırladı. Hazırlanan planda öngörülen hedeflerin başında devlet hizmetlerinin daha iyi yürütülmesi çerçevesinde teknik eleman yetiştirilmesi düşüncesi ön plana çıktı. Bu amaçla ilk olarak 1847’de Yeşilköy’de bir tarım okulu açıldı. Ancak okul uzun ömürlü olamadı4Ardından yeni kurulmaya başlanan fabrikaların ihtiyaç duyduğu teknik elemanların yetiştirilmesi maksadıyla 1848’de İstanbul’da sanayi müesseselerinin yoğun olarak bulunduğu Zeytinburnu’nda bir sanayi Mektebi kuruldu. Ancak, okul büyük masraflar yapılarak kurulmasına rağmen eğitime başlayamadı. Toplanmış olan öğrenciler de bursların ödenmemesi üzerine dağıldı. Bu başarısızlığın sebepleri arasında imparatorluğun içinde bulunduğu mali zorlukların yanında, okutulacak öğrenci bulunamaması ve mektebi kurmakla görevli birisi başöğretmen, diğeri müdür, iki Ermeni’nin bu konuda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmamaları sayılabilir6.
İSTANBUL SANAYİ MEKTEBİ

Sanayi Mekteblerin Öncüsü Islahhaneler

Gelişmelerin ardından 1863’te İstanbul’da sanayi sergisi açıldı. Sergide Türk sanayisinin Avrupa sanayisi karşısında rekabet gücünün kalmadığı görüldü. Yabancı esnaf ve tüccarlar karşısında rekabet gücü kalmadığı için dağılmaya başlayan yerli esnaf ve tüccar teşkilatlarının içine düştüğü duruma daha fazla seyirci kalmak istemeyen devlet, bu duruma bir çözüm bulmak maksadıyla yarı resmi mahiyette bir teşkilat olan “Islâh-ı Sanayi Komisyonunun kurulmasına öncülük etti
.Babıâli’nin, Islâh-ı Sanayi Komisyonu’nu kurmaktaki amacını şu şekilde özetlemek mümkündür 
1. Osmanlı pazarlarını ele geçirmiş olan yabancı mallara karşı güçlü bir rekabet oluşturmak,
2. Güçlü sanayi kuruluşlarını vücuda getirerek bunlar için etkili devlet desteğini sağlamak,

3. Gerekirse ham madde ithal ederek seri üretime geçilmesine imkân sağlamak,

4. Üretim kalitesini belirli bir seviyede tutmak, fiyatları kontrol etmek ve devletin ihtiyacı olan malları bu kuruluşlardan temin etmek,

5. Her sanat dalı için gerekli okulları açarak kalifiye eleman yetiştirmek, 

6. Esnaflar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı mümkün kılmak.

İstanbul’da bu gelişmeler olurken, 1861-1868 tarihleri arasında Tuna Valiliği'ni yürüten Mithat Paşa, (1822-1884) valilik mıntıkasının asayiş problemlerini çözdükten sonra sanayi Mektebleri konusuna eğildi. Tuna ordusunun kumaş ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla dokumacılığı teşvik etti, halkı olup bitenler den haberdar etmek için vilayet gazetesini çıkardı, ulaşım alanında ciddi adımlar attı. Bütün bu işler için gerekli olan teknik elemanı yetiştirebilmek gayesiyle 1863’te Niş’te, 1864’te Rusçuk’ta ve daha sonra da Sofya’da Islâhhaneler açtı. Bu Islahhanelerin kısa sürede başarıya ulaşmaları ve devletin endüstriyel eğitimini yaygınlaştırmaya yönelik gayreti sonucunda Islahhanelerin tesis edilmesine karar verildi. Bu amaçla Mithat Paşa’nın ıslahhaneler hakkında hazırladığı nizamname11 vilayetlere gönderildi.

Islâhhaneler, ileride kurulacak olan sanat okullarının temelini oluşturdu. Öncelikle kimsesiz çocukların alındığı ıslâhhaneler için 52 madde ve 3 kısımdan oluşan bir nizamnâme de hazırlandı. Nizamnâme’nin;

1. Kısmında ıslâhhanelere alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, okutulacak dersler ve öğretilecek sanatlar,

2. Kısmında ıslâhhanelerde görevli memurlar ve vazifeleri, ıslâhhanelerin gelir ve giderleri ile imalat durumu,

3. Kısmında da uygulanacak cezalar ile mesleklerinde başarılı olanlara verilecek mükafatlar ele alınmıştır
.
Kimsesiz ve fakir çocuklar, ıslâhhanelere parasız kabul edilirken, hali vakti yerinde olan aile çocuklarından her sene için 500 (beşyüz) kuruş ücret alınmakta idi
Islâhhanelerde eğitim süresi beş yıldı. Bu okullarda, okuyup yazmaktan ziyade sanat öğrenmek esas olmakla beraber; öğrencilere belirli bir seviyede okuma yazma, hesap, defter tutma ve resim öğretilmekte idi. Bunların yanı sıra Niş‘teki ıslâhhanede terzilik, kunduracılık, mürettiplik (ciltçilik) ve fotoğrafçılık; Rusçuk’taki ıslâhhanede araba fabrikasına ustalar yetiştirmek üzere araba yapıcılığı; Sofya’da ise çuha fabrikasına eleman yetiştirmek üzere dokumacılık ve makinistlik bölümleri kurulmuştur. 

Islâhhanelerin giderleri için gerekli olan kaynak; halkın yardımı ve bağışları ile okullara ait gayri menkul gelirlerinden, mahkeme harçlarına alınan hisselerden ve öğrencilerin imal ettikleri eşyalardan elde edilen hasılat ile karşılanmakta idi. Sanayi mekteblerinin daha sonra Diyarbakır, Bursa, Kastamonu, Selanik, Şam, Bağdat ve Konya gibi büyük vilayetlerde de açılmış olması, bu okulların tutulduğunu ve bir ihtiyaca cevap verdiğini göstermektedir
.
İSTANBUL SANAYİ MEKTEBİ’NİN KURULUŞU VE GELİŞİMİ

Mithat Paşa, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak gayesi ile 1865’te Rusçuk’ta öksüz kızlar için de bir ıslâhhane açmıştır18
Mithat Paşa Tuna Valiliğinden İstanbul’a Şura-yı Devlet reisliğine (Danıştay) atanınca (6 Mart 1868)19, Sanayi ıslâhhaneleri ile daha geniş şekilde ilgilenmiş ve Türk Sanayisinin çökmesini önlemek ve onu himaye etmek için Islah-ı Sanayi komisyonunun çalışmalarına katkıda bulunmuştur.
Bu komisyonun çalışmaları sonunda Kasım 1868’de Mekteb-i Sanayi İstanbul’da Sultanahmet mevkiinde, eski Kılıçhane ile etrafındaki arsalar üzerine inşa edilmiş binalarda tedrisata başladı20. Okul binası dershaneler ve atölyelerin yanında bir de fabrika ihtiva ediyordu. Başlangıçta on üç yaşından küçük elli öğrencinin alındığı okul, devletin ileri gelenlerinin de hazır bulunduğu bir törenle açıldı. Okulun açılış konuşmasını Mithat Paşa yaptı.

Okulun müdürlüğüne o dönemde Üsküdar’daki Özbek Tekkesi şeyhi olan İbrahim Ethem Bey atandı. Sanayi mektebi için fi 24 Şaban 1285 (11 Aralık 1868) tarihinde Şurayı Devlet tarafından okulun kuruluş gayesi, programı ve yönetim esaslarını belirleyen 64 maddelik bir nizamname hazırlandı.

İstanbul Sanayi Mektebi Nizamnamesi

Nizamnamenin; Birinci bölümü (1-30) okulun kuruluş gayesini ortaya koymaktadır ve okutulacak dersleri ihtiva etmektedir. İkinci bölüm de (31–43) okulun yönetici ve hizmetli kadrosu ile ilgilidir. Bunların görevleri (31–38) okulun gelir, gider ve Mektebi-i Sanayi umum sandığının idaresi ile ilgilidir. Üçüncü bölümde ise (44-64) talebenin sınavları, genel güvenliği, öğrencilere verilecek cezalar ve onların terbiyesi ve öğrencilere verilecek mükafatlar ele alınmıştır (50-64). Nizamnamenin; ikinci maddesine göre okutulacak dersler hiref (sanatlar), sanayi, demircilik, dökmecilik, makinecilik, mimarlık, her türlü maden imalat, ağaç işleri, terzilik, kunduracılık, ve mücellitlik gibi dersler ve bu derslere ilaveten bunları tamamlayan Fen ilimleridir.

Bu okulun 1. sınıf imtihanını başarı ile verenlere “çıraklık” 2. 3. ve 4. sınıfları tamamlayanlara derece derece “kalfalık” son sınıfı tamamlayanlara da “ustalık” hakkı tanınmıştır. Üçüncü maddeye göre Sanayi Mektebi dahili ve harici olmak üzere ikiye ayrılmış; dahili şubede olan talebelerin 13 yaşından küçük olacak ve leyli (yatılı) ve nehhari (gündüzlü) kalacaklar ve sayıları 500’ü geçmeyecektir. Harici şubenin talebeleri en fazla 30 yaşında olacak, mutlaka işe yarayacak, sanat ve marifet tahsil edecek ve yalnız gündüzleri okula devam ederek geceleri evlerinde ikamet edeceklerdir. Nizamnamenin altıncı maddesi her sınıfta okutulacak derslerle ilgilidir. 

Dokuzuncu maddeye göre, okulun dahili ve harici şubelerinde bulunan talebelerin her birine sınıflarına göre, ücret-i yevmiye verilecektir. Onuncu maddeye göre talebelerden birisi yılda yalnz 300 gün iş işlemiş olsa, eğer talebe dahili şubeden ise okuldaki yiyecek ve elbise masrafı çıktıktan sonra birinci sene için 20, ikinci sene için 40, üçüncü sene için 60, dördüncü sene için 80 ve beşinci sen için 100 para (100 para 2,5 kuruş; 100 kuruş 1 liradır.) kendi yed’ine verilecek; yarısından fazlası emniyet sandığına konulan nisfi (yarı) faizi ile terakküm (birikmiş) faiziyle beşinci sene sonunda 1250 kuruşa; talebe harici şubede ise yılda 300 gün hesabıyla işlediği işin yevmiye ücretinde yalnız elbise parası çıkarıldıktan ve bakisinin nisfi kendine verildikten sonra nisfi emniyet sandığına konulacaktır. Onunda işlenmiş faiziyle beşinci sene sonunda miktarı 2500 kuruşa ulaşacağından bu akçeler hangi öğrencinin ücretinden artırılmış ise onun malı addedildiğinden okuldan çıktığında kendisine teslim edilerek işleyecekleri sanat için sermaye ihtisas kılınacaktır.

Ondördüncü maddede belirtildiğine göre; mektebi sanayide okutulacak dersler sabah başlayacak, vakti zuhurda (öğle ezanından 2 saat evvel) tamamlanacak ve ondan sonra talebeler sanat mahalline sevk edileceklerdir. Bu durumda teorik dersler öğleye kadar, uygulamalı dersler ise öğleden sonra yapılacaktır. Uygulamalı dersler günde kışın 5 yazın 6 saatten az olmayacaktır. Kırkdokuzuncu maddeye göre ise; fenni makine ilim ve ameliyesinin tahsili 6-7 seneye mütevakif 5 seneden ziyade kalan talebenin 6. ve 7. Sene ücretleri sunufi saire şakirdanın (çırak) ücreti yevmiyelerini iki katı olacaktır ve makine fenni için 6. sınıftan 7. sınıfa nakleden ve 7. dereceye vusul ile makine fenninden şahadetname alan şakirdan muallimine sair sınıflar ustalarına verilen mükafatın iki katına ifa olacaktır.

Sanayi mektebi bir taraftan yabancı öğretmen ve uzmanlardan kadrosunu takviye ederken diğer taraftan da okulu başarı ile bitiren talebeleri Batı teknolojisini yakından tanımaları açısından Avrupa’ya göndermekteydi. Ramazan (1286) tarihli bir tezkereden anlaşıldığına göre, sanayi mektebi öğrencilerinden 20 kişinin çeşitli sanat dallarından eğitim görmek üzere Paris’e gönderilmeleri kararlaştırılmıştır.

Islâh-ı sanayi Komisyonu 1874’e kadar başarılı bir şekilde çalışmalarını yürüttü. Ancak o yıldan itibaren önemini yavaş yavaş kaybederek sanat okulu mahiyetinden uzak bir hal aldı. Bunun en önemli sebebi, okulun iki önemli koruyucusu Mithat Paşa* ve ıslâhı sanayi komisyonundan mahrum kalması sayılabilir. Aynı yıl İzmir, Bursa, Kastamonu, Bosna, Trabzon ve İşkodra’da 1869’da Erzurum’da; 1870’te Diyarbakır’da sanayi mektebleri açıldı. Bunlardan Kastamonu ve İstanbul’dakinde kızlar bölümü de vardı.

II. Abdülhamit Döneminde İstanbul Sanayi Mektebi

Sanayi Mektebleri, II. Abdulhamit döneminde, (1876-1909) önemli bir kısmında bazı değişiklikler olmasına rağmen 1868’deki nizamnameye bağlı olarak eğitimine devam etmiştir. 1882’de bu okullar II. Abdulhamit’in (1842- 1918) adına bağlanarak ‘Hamidiye Mektebi Sanayi Alisi’ kapsamında yeniden düzenlendi29
Daha sonra II. Abdulhamit devrinin başında sultanın emriyle bir ‘Heyet-i Teşvikiye-i Sanayi-i’ teşkil olunmuştur30. Bir heyetin vazifesi genel olarak imparatorlukta sanayi-i geliştirmek için bazı tedbirler almaktı. Heyet-i Teşvikiye-i Sanayiin görevlerinden biri de sanayi mekteblerini geliştirmek ve sanayi mektebini ıslah etmekti. Yani teknik ile sanat eğitim ve öğretimini imparatorluğun coğrafyasına yaymaktı. Bu sırada sanayi mekteblerine Maarif-i Umumiye manzumesi içinde yer
vermek isteyen ve ticaret, sanayi, teknik ve sanat gibi maddi ilimlerin önemini iyi bilen Sadrazam Sait Paşa’nın (1838-1914) bu konudaki teşvik ve tedbirleri sarayının yayılması konusunda önemli bir yer tutar. Sait Paşa daha 1888 (1306) da ilkokuldan sonra eğitim ve öğretimi üçe ayırmayı düşünmüştür. Buna göre ilkokulu bitiren bir çocuk eğer ilim tahsil etmek istiyorsa Sultanilere, sanayi ve fen tahsilini istiyorsa Rüştiyelere ve oradan teknik yüksek okullarına; gidicek yok ikisini de istemezse altı yıllık ‘Ulum-u Maddiye Mektebleri’nde tahsilini tamamlayacaktır.

Sait Paşa’nın öngörülen bu projesi gerçekleştirilemedi. Bununla birlikte sanayi mekteblerinin konumlarının iyileştirilmesi ile yakından ilgilendi31
.Ancak 1894 (1310)’e kadar bu okullar başı bozuk bir dönem geçirmiş ve öğrenci sayılarında da ciddi sayılabilecek azalmalar olmuştur32. Öğrenci kayıt ve kabulünde de ciddi problemler yaşanarak 10 (on) yaşının altındaki çocuklar da okullara kabul edilmiş; bu çocukların herhangi bir sanat kolu ile uğraşmalarına izin verilmemişti. Bununla beraber, on yaşın altındaki çocuklar için “ihtiyaç sınıfları” oluşturulmuş ve burada Elifba-i Osmani, Kıraat-i Türk-i, Kuran-ı kerim, Ulüm-u Diniye gibi dersler okutulmaya başlanmıştı33. Ebuzziya Tevfik (1848-1913) kimsesiz çocukları barındırmaktan ve karınlarını doyurmaktan başka amacı kalmamış olan bu okulu yeniden faal hale getirmek amacıyla; yabancı uzmanlardan Fransız Serviyer’i 1894’te Fen Muavinliğine 1891’de Lusak’i marangozhane Fridman’ı tenekecilik, Mister’i demirhane şefliğine getirdi*Bunların dışında, 1891-1908 döneminde daha alt seviyede olmak üzere başka yabancı uzmanların getirildiği de bilinmektedir. Yeniden toparlanmaya çalışılan okulun binası 1894 (1310) tarihindeki büyük depremde yıkılınca, talebeler bir müddet Atpazarı ve Şehzadebaşı’ndaki muhtelif binalarda tedrisata devam etmiş, bir yandan da okulun yeniden inşasına ve kısmen tamirine devam olunarak 19 Ağustos 1315 (1899)’ te ikinci defa açılma şenliği yapılmıştır34
Bu arada Ebuzziya Tevfik, sanat okulu ıslahı konusunda fen muavini Serviyer’ le birlikte ayrıntılı bir rapor da hazırlayarak dönemin Sultanı II. Abdulhamid’e sunmuştur
Ebuzziya Tevfik’in, Mektebi Sanayi-i Şâhânenin ıslahı hakkındaki şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Mektebi Sanayi Şahane 300 bu kadar şakirdi şamil ve cümlesi meccanen tahsil ve iaşeyi nail iken tahsilatı seneviye-i mekteb 120 000 franktan ibarettir ki Fransa’daki emsalinden üç defa dündur (az), bu sebeple Mektebi Sanayi unvanına ayrılan bu mekteb sanatı için muhtaç olduğu upsaiti (müsaiti) bugünkü günde tedarik edememekte ve yalnız bir melce-i bîvâregân (kimsesizlerin sığınağı) şeklinde bir takım aceze-i etfâli (düşkün-fakir çocuklar) barındırmaktadır ki şu haline nazaran ihtiyar buyurulan masraf luzumundan ziyadedir. Eğer maksat bir melce-i eftal olmayıp da sanayi mektebi ise, ani istikbal ve temin edecek vesaitin o nisbette rayegân (bedava) tutulması ispatihtiyacından azadedir”36.
Sultan II. Abdulhamit’e sunulan bir diğer lâyiha da Mösyö Serviyer’in kaleme aldığı Mekteb-i Sanayi’nin ıslahı ve tanzimi hakkındaki rapordur. Serviyer lâhiyasında mevcut sanayi mekteblerindeki olumsuzluklardan bahsederken esasen okula 13 yaşının altında öğrenci alınmaması gerekirken bu yaşın altında öğrenci alındığından, okuldaki öğretmen alet ve adevatın eksikliğinden, sanayi mektebinde okutulmaması gereken derslerin okutulduğundan bahsetti. Serviyer ayrıca sanayi mektebine 13 yaşın altında ve 15 yaşın da üstünde talebe alınmaması üzerinde durarak hiçbir talebenin 20 yaşından sonra okulda kalmaması gerektiğinin altını çizdi. Okula kayıt olacak talebelerden iptidai bir okuldan mezun olduklarına dair şahadetname, aşı olduklarına, vücutça sağlam ve el işlerini yapabileceklerine dair bir tabibin raporu ile hüsnihal kağıdının istenmesi gerekliliği belirtti.

Okulda kunduracılık, terzilik, mürettiplik (dizgicilik) gibi sanatlar olduğu halde Serviyer, yalnız tesviyecilik, demircilik, marangozluk ve dökümcülük şubeleriyle meşgul olurdu. Fen şubelerinin 2. ve 3. sınıfları oluşturulurken eski sisteme tabi sınıflar da muhafaza edilmişti. Serviyer bu sınıflarla da ilgilenmiyordu. Bununla birlikte, bölge sanat okullarında yabancı uzmanların görev yaptıkları 1894-1908 senesi arasındaki 14 yıl, ders ve iş programlarında önemli sayılabilecek herhangi bir değişikliğe gidilmediği için, bir istikrar devresi olarak kabul edildi.

Yalnız 1907’de ders programına ahlak ve din dersleri ilave edilmiş ve bu derslerle ilgili ilmiye bölümden ikinci bir müdür yardımcısı tayin edilmiştir. Aşağıda 1894-1908 tarihleri arasında İstanbul bölge sanat okulunun muhtelif sınıflarında okutulan dersler verilmiştir37:

II. Meşrutiyetten Sonra İstanbul Bölge Sanat Okulu

II. Meşrutiyetin ilanından sonra bölge sanat okulları, Ticaret ve Ziraat Nezareti Sanayi Müdüriyet-i Umumiyesine bağlandı. Bu nezaret mesleki eğitime itina ile eğildi. Yurt içinde okullarda görev yapacak yeterli uzman elamanın bulunmadığını tespit etti. Okulların eğitim kalitesini artırmak için, bilhassa nazarî ders öğretmenlerinin Avrupa’dan getirilmesine özen gösterildi. II. Meşrutiyetten sonra sanat okullarının programlarına yeni teknik dersler ilave edildi. Bu derslerin büyük bir kısmında Türkçe ders kitapları bulunmadığından, ders kitapları yurt dışından tedarik edildi. Sanayi Müdüriyet-i Umumiyesi, teknik ders okutan öğretmenlerine, faydalandıkları yabancı kaynaklardan okutmakta oldukları ders kitaplarını tercüme etme mecburiyetini koymuştur. O dönemde tercüme edilerek okullarda okutulan eserlerden bazıları şunlardır:

Agara, İnşaatı Umumiye, Çeviren, Ömer Lütfi,

Agara, Fenni Mihanik, Hareket ve Muvazeret, Çeviren, Ömer Lütfi,

Agara, Metalurji, Çeviren, Hüsnü,

Agara, Buhar İstiğsalı ve Buhar Makineleri, Çeviren, Fuat Kâmil.

Sanayi Müdüriyet-i Umumiyesi, sürekli yabancı öğretmenlerin etkisinde kalmamak ve gelecekte kendi vatandaşlarımızın bu okullarda öğretmenlik yapmalarını sağlamak için; muhtelif tarihlerde okuldan mezun olan talebeleri Avrupa’ya göndererek ihtisas yapmalarına imkân tanımıştır. Bu cümleden olmak üzere 1909’da 2 öğrenci Fransa’daki sanat okullarına, 5 öğrenci Almanya’daki muhtelif fabrikalara; 1910’da 3 öğrenci Fransa’ya, 6 öğrenci de Almanya’daki fabrikalara; 1914’te 49 öğrenci Macaristan’daki sanat okullarına gönderilmiştir. Macaristan’a gönderilenler, o dönemde Osmanlı Devleti’nin çeşitli vilayetlerdeki sanat okullarından seçilen en başarılı beş öğrencidir
1913 yılında İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu’nun yayınlanması üzerine sanayi okullarının masrafları vilayetlerin özel idare bütçelerine dahil edildiBu tarihten sonra sanayi mektebleri daha istikrarlı bir duruma girdi. Bir kısmı yönetmelik ve programlara bağlandı. Fakat her vilayet ayrı program tatbik ettiğinden okullar arasında bir birlik kurulamadı. Balkan Harbi’ni takiben I. Dünya Savaşı’nın çıkması ve bu savaşın getirdiği yük, sanayi mekteblerine verilen önemin daha da artmasına sebep oldu.
Bunun üzerine Sanayi Müdüriyet-i Umumiyesi, başta İstanbul olmak üzere diğer vilayetlerdeki sanat okullarıyla yakından ilgilenmeye başladı ve bakanlığın onayı ile Alman hükümetinden, 12-18 yaşları arasında on bin kadar öğrencinin meslekî ve teknik öğretim görmek üzere Alman fabrikalarına kabul edilmesini talep etti. Alman sanayi odalarının bu öneriyi benimsemesi üzerine iki hükümet arasında bir protokol imzalandı. Hazırlanan protokolde, Türk öğrencilerinin Alman köylerinde, ya da orta büyüklükteki kasabalarda 3-4 yıl eğitimleri öngörülmüştür40. Öğrenciler, öğrenimlerini tamamladıktan sonra, eğitimleri sırasında masraflarını karşılayan fabrikalarda 1-2 yıl ücretsiz çalışacaklardı41. Osmanlı Hükümeti’nin yanı sıra, Osmanlı ticaret ve sanayi odaları da Almanya’ya öğrenci göndermişti. Terzilik, kunduracılık, marangozluk, demircilik, dülgercilik ve boyacılık öğrenecek olan bu gençler dört yıl süre ile Almanya’da kalacaklardı. Öğrenim için Almanya’ya öğrenci gönderen diğer bir kuruluş Türk-Alman Cemiyeti’ydi42.

Almanya’ya gönderilen öğrenciler, yaşlarının küçük oluşu (12-18) sebebi ile, genellikle yetim mekteblerinden seçiliyor ve başlarında bir bakanlık yetkilisi bulunuyordu. Diğer taraftan, bilgilerinden istifade edilmek üzere; İmparatorluktaki bütün sanayi okulları için Almanya ve Macaristan’dan 1915 yılında, alanlarında uzman umumi müfettişler; İstanbul’daki sanat okulu için umumi müfettişin yanı sıra sanayi istatistik uzmanı, ders naziri ve tesviye öğretmeni getirildi. Macar uyruklu Turdai ile birlikte göreve başlayan Alman uyruklu Lucatsch, okulun geliştirilmesi hakkında bir yasa tasarısı hazırlayarak Babıâli’ye sundu. Tasarıda sanayi mekteblerinde makinistlik, şoförlük, kunduracılık, elektrik mühendisliği ve ziraat makinistliği şubelerinin kurulacağı belirtiliyordu45.

Osmanlı Coğrafyasının diğer vilayetlerinde de valiler ve ordu  mensuplarının gayretleri ile benzer çalışmalar yapılmış ve yeni okulların kurulması veya eskilerinin genişletilmesi için girişimlerde bulunulmuştur. Bu cümleden olarak Suriye’de 4. Ordu komutanı Cemal Paşa ve Vali Azmi Bey’in çabalarıyla yeni sanayi mektebleri açıldı. Hayfa, Kudüs, Yafa, Beyrut ve Şam Sanayi Mekteblerinin geliştirilmesi amacıyla Almanya’dan Offenbourg Sanayi Mektebi müdürü Dr. Stücker getirilerek önerileri alındı46.

Macaristan’dan umumi müfettiş olarak getirilen Turdai, Sanayi mektebleri için yeni bir nizamname de hazırladı. Tamamı altı bölüm ve 47 maddeden oluşan nizamnamenin; Birinci bölümün (1-3 madde); okulun ismi, amacı ve bütçesinin nasıl idare edileceği, İkinci bölümü (4-11 madde), okulun teftişi, Üçüncü bölümü (12-16. madde); okulun tedrisatı, Dördüncü bölümü (17-29 madde); okulun personel kadrosu, Beşinci bölümü (30-38 madde); okul talebelerinin kayıt şartları, sınav ve sınıf seçme, Altıncı bölümü ise (39-47 madde); okulun asayişi ile ilgilidir. Buna göre nizamnamenin 2. maddesiyle “Sanat okulunun ismi İstanbul Sanayi Mektebi olup Ticaret ve Ziraat Nezareti bütçesinden idare olunur” denilirken; eğitim ile ilgili olan 12. maddesinde de mektebin şimdilik tesviyecilik, tesisat, dökümcülük, marangozluk ve inşaat sanayi kollarını ihtiva edeceği belirtilir.

14. maddede Sanayi Meclisi Mektebinin ders programları hakkında izahat verilmekte ve ders programlarının maarif nezareti tarafından tasdik edilmedikçe yürürlüğe koyulmayacağı; bir hafta zarfında “48” saat ders olup, bunun sınıfın yarısının uygulama olduğu mektebin heyeti talimiyesinin her 3 senede bir ders programlarını tetkik edeceği ve bu babta sanayi meclisinin temenniyatını istima edip netice-i kararını nezareti aidesinin emrü iradesine arz edeceği belirtilmiştir. 15. maddede eğitim öğretimin Eylülün birinci günü başlayıp haziran sonuna kadar devam edeceği yazılıdır. Bu müddetin son 15 günü sözlü ve yazılı imtihanlara tahsis edilmiştir. Ramazanda günde 3 saat talebeler ameli işlerle ve resim yapmakla uğraşacaklar ve her cuma günü ile resmi günlerde mekteb tatil edilecektir.

30 ve 31. maddelerde talebelerin yatılı ya da gündüzlü olarak okula kabul edilmeleri için, nüfus belgesi, aşı belgesi, iptidai tahsil belgesi ve bir yıl kadar bir imalathanede bilfiil çalıştığını ya da (İstanbul dışında) bir sanayi mektebinde bir sene okuduğuna dair belge getirmeleri şart koşulmuştu. 32, 33, ve 34. maddelerde okulda yatılı kalacaklardan bahsedilmekte ve okulda yatılı kalacaklardan 12, gündüzlülerden 6 liranın iki eşit taksitte alınacağı ve okul kıyafetinin ailesi tarafından yaptırılacağı; okulda ücretsiz okumak isteyenlerden, muhtaç olduklarını gösteren belgeyi okul idaresine sunmaları gerektiği belirtilmektedir.

Sanayi Umum Müdürü ile bu müdürlüğe bağlı Sanayi ve Tedrisatın Müdürü Avrupa’da eğitim gördüğünden oradaki programı İstanbul Sanayi okulunda da uygulamak istediler. Bu itibarla uygulamada olan orta derecede sanat okullarının yanı sıra yüksek derecede sanat okullarının kurulması gereğine dikkat çektiler. Aynı dönemde taşradaki sanayi mekteblerinin 1. Sınıflarına hazırlayıcı dersler konuldu. 2. ve 3. sınıfları ticaret, ziraat sanat ve umum bilgiler şubeleri haline getirildi47
Fakat ders araçları, atölye ve bilhassa bu yeni programı tatbik edecek öğretmenler bulunamadığından iyi sonuçlar alınamadı.
Mondros Mütarekesi’nden 1928 Yılına Kadar Sanayi Mektebi

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesini takiben daha önce getirilmiş olan uzmanların ülkelerine geri dönmek zorunda kalmaları üzerine sanayi umum müdüriyeti 1918’den 1921’e kadar uygulamada kalacak olan yeni bir nizamname hazırladı. Bu yeni nizamnamenin en karakteristik özelliği sanat okullarını bir demir sanatları okulu haline getirmesidir
.
1921 yılında Sanayi Umum Müdürlüğü tarafından Sanayi Mektebleri Nizamnamesi tekrar değiştirilerek 1927 yılına kadar uygulanacak yeni bir nizamname yürürlüğe kondu49
Bu nizamnamenin 1. maddesinde göre Dersaadet Sanayi Mektebi’nin demir ve ahşap sanayi şubesi ile elektrikçilik ve ebniye (bina) inşaatı sanayinde teorik ve uygulamalı bilgi ile donanmış usta adaylarını yetiştirmeye yönelik bir okul olduğu belirtilmektedir. Nizamnamenin 4. maddesinde ise okulun eğitim süresinin 4 yıl olduğu belirtildikten sonra bu süre içinde okutulacak teorik ve uygulamalı derslerin dağılımı EK 3. Verildiği gibidir.
Nizamnamenin 5. maddesinde sınav süreleri dahil olmak üzere eğitim süresinin 16 Eylül’den 15 Temmuz’a kadar olduğu yazılıdır. Yalnız inşaat kalfalığı şubesinin 3. ve 4. sınıflarının Mart ayının sonunda dersleri biter ve talebeler 5 ay boyunca inşaat mahallinde bedenen çalışmak zorundadır. Nizamnamenin 7. maddesine göre okulda ücretsiz eğitim görecek talebeler kabul müsabaka sınavına, ücretliler ise kabul yeterlilik imtihanına tabidirler. Müsabaka ve yeterlilik sınavları Türkçe, Hesap, Hendese ve Resim sahasında yapılmaktadır. 14. maddede ücretli talebeler iaşe bedeli olmak üzere her yıl ticaret ve ziraat nezareti tarafından belirlenecek olan ücretleri 3 taksitle ödeyecekler, 1. taksit ödenmedikçe talebeler okula kabul edilmeyecektir.


Ancak bu nizamname, Osmanlı devletinin 1922 yılında ömrünü tamamlamasıyla uygulanamamıştır. Bütün iyi niyetli çalışmalara ve zaman zaman iyi neticelerin alınmasına rağmen; sanat okullarında beklenen başarıya ulaşılmadığı ve teknik eleman ihtiyacının karşılanamadığı, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında ihtiyaç olan teknik eleman ihtiyacının giderilmemesinden anlaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında hissedilen teknik eleman ihtiyacından Reşat Özalp şu şekilde bahsetmektedir: “I. Dünya Savaşı sonunda ve özellikle İstiklal Savaşı sırasında memlekette meslek ve teknik bilgilere sahip kişilerin yeteri kadar bulunmaması büyük ölçüde kendisini gösterdi. Örneğin, büyük taarruz başlamadan önceki günlerde Fransızlardan 100 Berliet kamyonu temin edilmiş ise de işgale uğramamış bölgelerde arandı, tarandı ve nihayet bunlardan ancak 20 tanesini işletebilecek şoför ve makine teknik elemanı bulunabildi. Bu sebeple cephane ve mermilerin büyük bir kısmı kağnı arabası ile taşınabildi. “

Yeterli teknik elemanın bulunamaması hususu 1930 yılında toplanan Sanayi Kongresi’ne de konu olmuş ve bunun gerekçesi kongreye katılan delegelerden Bekir Vehbi Bey tarafından şu şekilde açıklanmıştır; “Bu memlekette bundan 50-60-sene evvel bir çok vilayette sanayi mektebi açmakla meşgul olunmuştur. Fakat memleket bunlardan pek az fayda görmüştür. Çünkü yetişen erbabı sanayi bir sanat müessesesine bağlanmadığı için 
(talebe okulu bitirdikten sonra) ya polis olur ya da kâtip olurdu.
Bunun önüne geçilmesi için Nizamettin Bey yapılması gerekenleri şu şekilde özetledi: ‘Şu halde iş dönüp dolaşıp istihsal ve istihdam programının yapılması ile, bir sanayi siyasetinin olmasıyla icra edilebilir. Eğer muayyen ve muvazzah (açıklanmış) programlar olsaydı ona göre kemiyyet ve keyfiyeti yetiştirmek mümkün olabilirdi; yani kaç muallime, kaç ustabaşına ve mühendise ihtiyaç var belli olurdu. Ve o zamanda sanayi mezun rûsumat memuru olmazdı. herkes yerini bulurdu. Bu suretle her meslek erbabı da memlekete, vatana azami istifayı temin ederdi” Bir başka raporda da milli mücadele sırasında karşılaşılan teknik eleman azlığı şu şekilde ifade edilmiştir: “Gerek umumi harpte ve gerek istiklal harbinde memleketimizin endüstri sahasındaki geriliğinden ve teknik elemanın yokluğundan çekilen sıkıntılar, memleketin endüstrileşmesi lüzumunu kuvvetle hissettirmiş, büyüklerimizin gerek endüstrileşme fikrine varmalarına ve gerekse bu endüstri için adam yetiştirmeyi ele almalarına sebep olmuştur”. Bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal (Atatürk), Millî Mücadele döneminden itibaren diğer eğitim kurumlarının yanı sıra sanayi okullarını da gözden geçirerek daha aktif konuma getirilmelerini istemiştir. Bu cümleden olmak üzere 1927 yılından sonra meslek okulları ile ilgili yeni düzenlemelere gidilmiştir.

SONUÇ
Sanayi mekteblerinin ilk nüveleri ve nizamnameleri Tanzimat döneminde ortaya çıkmıştır. II. Abdülhamit dönemi eğitim sisteminde I. Meşrutiyet’ten sonra ıslâhhane 1885’te Sanayi Mektebi adını almıştır; Ancak, 1894’e kadar bir boşluk yaşanmış ve öğrenci sayılarında ciddi sayılabilecek azalma olmuştur.

1894’ten sonra hem okul sayıları artmış hem de okullar müstakil binalarına kavuşturulmuştur. Islâhhaneler, gerçek sanayi mektebi hüviyetine kavuşturulmuş ve sanayi mekteblerinin sayıları artmıştır. 1913’te İdare-i Umumiye Vilayet Kanununun yayınlanması ile sanayi mekteblerinin masrafları vilayetler hususi idareleri bütçelerinden karşılanmaya başlayınca okullar önceki döneme nazaran daha istikrarlı bir konuma geldi. Fakat bu kez de her vilayetin ayrı program tatbik etmesinden dolayı okullar arasında bir birlik kurulamadı. Bununla birlikte, özellikle İstanbul Sanayi Mektebi, Balkan ve I. Dünya Savaşında teknik elemanlara duyulan ihtiyacın artmasından dolayı büyük önem kazandı. Bu okuldan mezun olanların çeşitli Avrupa ülkelerine gönderilerek ihtisas yapmaları sağlanırken, Avrupa ülkelerinden de özellikle Macaristan teknik eleman getirilerek öğrencilerin daha iyi yetiştirilmelerine imkân sağlandı. Ancak maddi sıkıntılar ve okullar arası koordinasyon eksikliğinden dolayı bu dönemde de sanayi mekteblerinde, istenilen kalitede eleman yetiştirilemedi.

Osmanlı Hazine Bonosu


Osmanlı Hazine Bonoları

İlk Osmanlı hazine bonosu Kırım Savaşı yüzünden devlet bütçesinde meydana gelen 8,5 milyon liralık açığı kapatmak maksadı ile çıkarıldı. Önceki yıllarda bütçe usulü kullanılmadığı gibi, hazinenin, yani devlet ve sarayın masraflarını karşılamada beliren kısa vadeli açıklar madeni paraların ayar ve vezininin düşürülmesiyle veya Galata bankerlerinden alınan avanslarla kapatılmaktaydı.

Kırım Savaşı sırasında özellikle İngilizler’le sadece askeri sahada değil, diğer işlerde de, özellikle ithalat ve ihracatta bir gelişme oldu. Hazine açığının çok büyük olması nedeniyle Galata bankerlerinin bu işte etkili olmayacakları anlaşılınca, o devirde Londra’da Osmanlı elçisi bulunan Musurus Paşa’nın aracılığıyla ve onun imzasını taşıyan, her biri 102 lira ihraç fiyatlı ve % 6 faizli 5 milyon liralık bono Londra piyasasında hemen satıldı. Fakat bu kısa vadeli bonoların bedeli vadesinde ödenemeyince, Mısır ve Kıbrıs varidatının bir kısmı karşılık gösterilmek suretiyle bonoların karşılığı uzun vadeli krediye dönüştürüldü. İşte Osmanlı mali tarihinde 1855 yılı istikrazı olarak bilinen ve 1894′de hâlâ tasfiye edilemediği için yenilenen istikraz, adı geçen hazine bonolarının vadesinde ödenememesinden kaynaklanmıştır.
İkinci hazine bonosu denemesi Balkan Savaşları sırasında yapıldı. Hükümet gelir ihtiyacını karşılamak için % 6 faizli ve İngiliz Lirası’na çevrilebilir nitelikte 3 milyon liralık hazine bonosu ihraç etti. Bu bonoların karşılığı yeni konulan savaş vergisiydi. Bonoların satışı için mali müesseselere % 5 komisyon verilecekti. Ana para ödemeleri de yılda iki taksitte olmak üzere üç yılda tamamlanacaktı. Faiz ve ana para ödemelerini yapacak olan Osmanlı Bankası’na % 0,25 komisyon verilecekti. Bu bonoların ilk olarak başabaş piyasaya çıkarılması düşünüldüyse de, sonradan 10 Ocak 1328 (1913) tarihli bir kararla bir milyon liralık bölümü % 94′ten Osmanlı Bankası’na satıldı. Bu tahvilat büyük ölçüde geri ödendi ve ödenmeyen küçük bir bölüm için Lozan Antlaşması’na özel bir madde kondu.
Üçüncü hazine bonosu denemesi ikincisinden hemen sonra 19 Ocak 1328 (1913) tarihli geçici kanunla % 5 faizli ve beş senede geri ödenmek üzere çıkarıldı ve emlak vergisi karşılık olarak gösterildi. Bu bonolar emlak vergisinin ödenmesinde başabaş olarak kabul edilmişti.
Bonolar için faiz ve ana para ödemelerinde aracı bankalara % 0,25 oranında, bono satışlarında ise pazarlık usulü ile komisyon ödenecekti. İhraç edilen bonoların değeri 5 milyon lira idi. Fakat aslında bu bonoların 100 milyon Frank, yani 4 milyon Osmanlı Lirası tutan kısmı Paris’teki Peirer Bankası’na % 80′den satılmıştı. Bu para İngiltere’nin sonradan Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile tesliminden vazgeçtiği iki savaş gemisinin yapı m pey akçesi olarak Armstrong ve Wikers şirketine verilmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine bonoların Fransızların elinde olan kısmı için ödeme yapılamadı, ancak Lozan Antlaşması’nda bu borcun tasfiyesine gidildi.